LEE- Restorasyon-Yüksek Lisans

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Gözat

Son Başvurular

Şimdi gösteriliyor 1 - 5 / 6
  • Öge
    Birgi zeytinyağı fabrikası yerleşkesi koruma projesi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-09) Demirbaşoğlu, Selin ; Tanyeli, Gülsüm ; 502181213 ; Restorasyon
    Bu yüksek lisans tezi kapsamında İzmir ili Ödemiş İlçesi Birgi Mahallesi' nde 379 ada 90 ve 91 parselde bulunan yapılar çalışılmıştır. Bu doğrultuda, özel mülkiyete ve hazine arazisine ait iki farklı nitelikte parsellerde bulunmaları ve farklı dönemlerde inşa edilmelerine rağmen, yerleşkenin bir endüstri mirası niteliği taşıdığı bilinci ve bütüncül koruma yaklaşımıyla alandaki tüm yapıların mevcut durumları çizim ve fotoğraflarla belgelenmiştir. Endüstri mirası yerleşkesinin belgelenmesi ve korunması öncelikli hedef olmakla beraber, yakın çevresinde bulunan ve Birgi Koruma Amaçlı İmar Planı'nda iki parselin birlikte değerlendirilmiş olması nedeniyle tavuk çiftlikleri de belgelenmiştir. Tezin metin kısmı, Giriş, Zeytinyağı Üretimi, Fabrikalar, Yağhaneler ve Sergileme Mekanları, Birgi Zeytinyağı Fabrikası Yerleşkesi' nin Bulunduğu Konum, Birgi Zeytinyağı Fabrikası Yerleşkesi ve Sonuç olmak üzere beş bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde tezin amacı, yöntemi ve kapsamı açıklanmıştır. Tez kapsamında, endüstri mirası niteliğindeki bu yerleşkenin fotoğraflar ve çizimler ile belgelenmesi ve korunması hedeflenmiştir. Bu doğrultuda yapılan tüm saha çalışmaları ve elde edilen verilerin işlenmesi esnasında kullanılan araç ve teknikler açıklanmıştır. Zeytinyağı Üretimi, Fabrikalar, Yağhaneler ve Sergileme Mekanları bölümünde, kültür bitkisi zeytinin yayılımı, Türkiye'nin zeytincilikteki konumu, Birgi Zeytinyağı Fabrikası'nın bulunduğu İzmir ilinin 20. yüzyıl itibariyle zeytinlikleri, zeytin ağacı sayısı ve zeytinyağı üretimi kapasitesi ve zeytincilikteki konumu, 20. yüzyıl itibariyle Türkiye'deki zeytincilik faaliyetlerini düzenleyen yasalar ve kurumlar, İzmir' de geleneksel yöntemlerle üretim yapmış bazı yağhane ve fabrikalar, Batı Anadolu' da bulunan farklı niteliklerdeki zeytinyağı üretim ve sergileme mekanları açıklanmıştır. Araştırılan üretim ve sergileme mekanları, Birgi Zeytinyağı Fabrikası' nın restitüsyon çalışmalarında önemli rol oynamıştır. Birgi Zeytinyağı Fabrikası Yerleşkesi' nin Bulunduğu Konum bölümünde, yerleşkenin bulunduğu konum ve yakın çevresi, bulunduğu tarihi dokudaki koruma çalışmaları ve yerleşkenin bu çalışmalardaki kültür ve endüstri mirası değeri incelenmiştir. Birgi Zeytinyağı Fabrikası Yerleşkesi bölümünde, belgeleme çalışmaları kapsamında yapılan çizimler ve fotoğraflar detaylı biçimde açıklanmıştır. Bu doğrultuda, tez kapsamında Birgi Zeytinyağı Fabrikası ve işçi konutu için hazırlanan analitik rölöve, restitüsyon ve restorasyon, tavuk çiftliklerinin ise yaklaşık rölöve planları çizilmiştir. Yapılan araştırmalar neticesinde, fabrikada kullanılan zeytinyağı üretim tekniklerinin değişimine paralel olarak mekânsal ihtiyaçların da değiştiği anlaşılmıştır. Yerleşke ve yapıların yeniden kullanımına yönelik alınan kararlarda, yerleşim yerindeki siluetiyle yerel halkın görsel ve düdük sesiyle işitsel belleğinde yer edinmiş olması ve uluslararası örgütlerin tanımları ve hedefleri doğrultusunda, yerel halka ve ziyaretçilere, açık ve kapalı mekanlarıyla hizmet edecek bir yerleşkeye dönüştürülmesi ve halka geri kazandırılması hedeflenmiştir. Yerleşkenin, yapıların ve açık alanların kapasitesi göz önünde bulundurularak, Birgi Zeytinyağı Fabrikası için "Tadım Atölyesi", işçi konutu için "Butik Otel" ve tavuk çiftlikleri için yerleşkeye hizmet edecek ikincil yapılar olması önerilmiştir. Sonuç bölümünde, yerleşkenin sahip olduğu kültür ve endüstri mirası değeri doğrultusunda korunmasının önemi açıklanmıştır.
  • Öge
    Su altı kültür mirasının korunması ve sunumu Çanakkale savaş alanları Tekke Koyu örneği
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-07-05) Çerik, Erkin Yaşar ; Sayar Kahya, Yegan ; 502181204 ; Restorasyon
    Su altı kültür mirası iç sularda veya uluslararası sularda bulunan tamamen ya da kısmen su altında yer alan arkeolojik alanları, ören yerlerini, ulaşım araçlarını ve kargolarını kapsamaktadır. İnsanlık tarihi su kenarında şekillendiği için en az karadaki kadar kültür mirası ögesine ve çeşitliliğe sahip olsa da görünürlüğünün ve ulaşılabilirliğinin zorluğu sebebiyle 20. yy'ın ikinci yarısına kadar öncelik görmemiştir. Bu tarihten sonra ise uluslararası alanda İsveç Vasa Savaş Gemisi, ülkemizde ise Uluburun ve Serçe Limanı Cam Batıkları ile su altı kültür mirası dikkat çekmiş ve bilimsel kazı ve kurtarma çalışmaları başlamıştır. Bu operasyonların ilk aşamalarında koruma ilkelerinin, tecrübenin ve teknik ekipmanların ve yöntemlerin eksikliklerinden dolayı pek çok kültür mirası ögesine de zarar verilmiştir. Bu kurtarma çalışmaları için emsal oluşturan örnekler sayesinde bilimsel koruma ilkeleri, belgeleme, koruma yöntemlerine kılavuz oluşturacak koruma tüzükleri ve sözleşmeler ortaya çıkmıştır. Uluslararası alanda 1996 ICOMOS Su Altı Kültür Mirasının Korunması ve Yönetimi İle İlgili Tüzük ve 2001 UNESCO Su Altı Kültür Mirasının Korunması Sözleşmesi birer kılavuz oluşturmaktadır. Ülkemizde ise su altı kültür mirası koruma uygulamarı 3386 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu içinde değerlendirilmektedir. Ülkemizde pek çok su altı kültür mirası ögesi ve alanı olmasına rağmen Çanakkale, Gelibolu bu alanlar içinde özel bir yere sahiptir. 1915 Çanakkale Savaşları sırasında Gelibolu Yarımadası'nda yapılan çıkarma harekatları ilk amfibik harekatlardan biri olma özelliğine sahip iken 1. Dünya Savaşı'na ait su altı kültür mirasını Dünya üzerinde bulunduran sayılı alanlardandır. Savaş sırasında batırılmış pek çok savaş gemisi, destek gemisi, çıkarma gemisi ve araçları ve deniz altı su altı kültür mirasını oluşturmaktadır. Ancak bu kültür mirasının önemli bir kısmı ne yazık ki 1923-1970 yılları arasında ülkenin başta çelik olmak üzere hammadde ihtiyacını karşılamak için hurda olarak parçalanarak satılmıştır. Hurdacılık faaliyetleri sırasında pek çok gemi ve diğer kültür mirası ögesi anlaşılamayacak kadar zarar görmüştür. Çıkarma alanlarından biri olan Tekke Koyu da pek çok su altı kültür mirası ögesine sahiptir. Su altında, çıkarmada kullanılan tekneler ve barçlar, yüzer iskele olarak kullanılan gemiler, iskele ayakları ve iskele gövdesini oluşturan taşlar mevcuttur. Kıyıda ise iskele ayakları ve iskele gövdelerini oluşturan taşlar, çıkarmada kullanılan barçlar, tekneler, savaş sırasında kullanılmış varil ve sandıklar mevcuttur. Ancak zaman içerisinde hurdacılık faaliyetlerinden ve doğal etkenlerden zarar görerek anlaşılması güç bir hale gelmişlerdir. Buna rağmen Tekke Koyu'nun Çanakkale Savaşları'na yaptığı tarihi tanıklık, bu tanıklığın yansımaları olan gemi, iskele ve diğer kalıntılarının zarar görmüş de olsa birbirini tamamlar şekilde bütüncül olarak günümüze ulaşmış olması ve hala yerin ruhunu yansıtıyor olması, savaş sonrası el değmemiş durumu gibi pek çok özelliği koruma değerini oluşturmaktadır. Tekke Koyu'nun çıkarma koyu olarak seçilmesinde etkili olan coğrafi özellikler ve günümüzde de alanda okunabilir olmaları, savaş sonrasında el değmemiş doğası, ilk amfibik harekatlardan birine ev sahipliği yapmış olması da kültürel peyzaj değerini oluşturmaktadır. Bu şekilde Tekke Koyu'nun ayrılmaz bir parçası olmuş taşınır ve taşınmaz kültür mirası ögelerinin alanda korunması ve ziyaretçilere sunulması 2008 ICOMOS Quebec Yerin Ruhunun Korunması Deklerasyonu'nda da işaret edildiği üzere yerin ruhunun yansıtılmasında en önemli araç olacaktır. In-situ koruma Tekke Koyu'nun bu özelliklerinden de anlaşılacağı üzere su altı kültür mirasında tarih tanıklığı yaptığı yer bağlamında değerlendirilmelidir. Koyun bütün halde koruma uygulamaları başlamamış olsa da Tekke Koyu'nda bulunan su altı kültür mirasından iki batık gemi Gelibolu Tarihi Su Altı Parkı envanterine dahil edilmiştir. Dolayısıyla koyun su altı turizm faaliyetleri için de büyük bir potansiyeli vardır. Bu nedenle Dünya tarihinde ve ulusal tarihimizde önemli bir yer tutan Çanakkale Savaşları'nın yaşandığı yerlerden biri olan Tekke Koyu'nun, bu tarihsel geçmişinin günümüze ulaşmış izleriyle ziyaretçilere yerinde aktarılması gerekmektedir. Bu aktarım sırasında ise geleneksel su üstü ve su altı sunum teknikleri yeterli olmayacaktır. Teknolojinin gelişmesi ile çağdaş bir sunum tekniği olarak ortaya çıkan artırılmış gerçeklik uygulamaları ise Tekke Koyu için en uygun sunum yöntemini oluşturacaktır. Artırılmış gerçeklik sunumları ile eser açıklamaları direkt görsel ve yazılı olarak eser üzerine yansıtılabilir, pano vb. fiziksel araçların kullanılmasına gerek kalmayabilir ve bakım maliyetinden sakınılabilir, bütünleme uygulamaları görsel olarak yapılarak fiziki müdahale azaltılabilir, fotoğraf ve videolar eser üzerine çakıştırılarak yerin ruhu en gerçekçi şekilde aktarılabilir, gezi rotası işaretçilere gerek kalmadan alanda gösterilebilir, etkileşimli uygulamalar ile ziyaretçi sunuma dahil edilebilir, sunum kurgusu ile ziyaretçi yoğunluğu azaltılabilir. Su altı ögelerinin sunumunda sözel iletişimin olmaması, batıkların bütün formunun anlaşılamaması, sunum ögelerinin su altında konumlandırılamaması, konumlandırılsa bile görüş mesafesi ile okunurluğunun az olması, rotaların takip edilememesi, yansıtma vb. sunumların yapılamaması gibi engeller de bu sayede aşılmış olacaktır. Bu özellikler ile gerek su altında gerekse su üstünde bulunan parçalanmış ve anlaşılması zor bir hale gelmiş kültür mirası ögelerinin artırılmış gerçeklik ile görsel olarak bütünlenerek ziyaretçiye sunulması kalıntıların bir rehber veya zihinde canlandırma ihtiyacı olmadan anlaşılabilirliğini en etkili şekilde sağlayacaktır. Bunun yanısıra tarihi fotoğrafların ve yeniden üretilmiş görsel veya video sunumların kalıntılar üzerine çakıştırılması ile tekil halde bulunan kültür mirası ögelerinin kullanım amaçları, birbirleriyle ve alanla olan ilişkileri ve 1915 yılında ki durumları en doğru biçimde ziyaretçiye aktarılacaktır. Su altı kültür mirasının başından günümüze oluşum öyküsü ve bu öykü sonucunda Tekke Koyu'nun su altı kültür mirası ögelerinin korunmasının gerekliliği vurgulanmış olup, fotoğraflar ile Tekke Koyu'ndaki su altı kültür mirası envanteri oluşturulmuştur. Tekke Koyu için ÇATAB tarafından hazırlanmış olan 2016-2020 ve 2019-2023 ÇATAB stratejik planı ve 1/25.000 Ölçekli Tarihi Alan Planı tez kapsamında incelenmiştir. Hazırlanan stratejik planlar bir çıkarma sahili olarak tanımlanmış ve koruma altına alınmış olan Tekke Koyu için koruma ve sunum uygulamaları için genel ölçekte bir çerçeve çizse de "Tekke Koyu Çıkarma Alanı Açıkhava Müzesi ve Dalış Noktası" adı altında oluşturulacak ve Seddülbahir Kalesi Morto, Ertuğrul Koyları tematik müzesine dahil edilecek özel bir planlama gereksinimi vardır. Bu açıkhava müzesi ve dalış noktasına halihazırda Tarihi Sualtı Parkı'na dahil edilmiş Maria Delle Vittorie and Vincenzo Florio batıkları dışında kalan batık, iskele ve diğer kalıntıların da dahil edilmesi önerilmektedir. Tekke Koyu'nda bulunan kültür mirası eserleri 1996 ICOMOS Su Altı Kültür Mirasının Korunması ve Yönetimi ile İlgili Tüzük ve 2001 UNESCO Su Altı Kültür Mirasının Korunması Sözleşmesi değerlendirilmiş ve koruma maddeleri kapsamında yapılması gereken günümüzdeki uygulamalar ve proje planları önerilmiştir. Aynı zamanda Tekke Koyu'nun modern savaş tarihindeki ilk amfibik harekatlardan olması ve özgün su altı kültür mirası durumu 1994 ICOMOS Nara Özgünlük Belgesi, Çanakkale Savaşı'nın Dünya, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki yeri ve günümüzde de bu değerin alandaki kültür mirası ögeleri üzerinde hala okunabiliyor olması 2008 ICOMOS Quebec Yerin Ruhunun Korunması Deklerasyonu kapsamında değerlendirilmiş olup ziyaretçilere sunulmasında önemi belirtilmiştir. 2008 ICOMOS Kültürel Miras Alanlarının Yorumlanması ve Sunumu tüzüğü Tekke Koyu'nun özgün durumuna uygun sunum yöntemlerinin geliştirilmesi için tez kapsamında incelenmiştir. Tekke Koyu'nun envanterinin artırılmış gerçeklik sunumları ile anlaşılabilirliğinin artırılması, koyda su üstünde ve su altındaki kültür mirası ögelerinin yerin ruhunu yansıtır şekilde in situ korunmasını ve sunumunu sağlaması, minimum zarar ilkesine uygun şekilde en az fiziki bütünleme yapılmasını sağlaması, tarihi fotoğraf, çizim vb. kaynakların kültür mirası ögeleri üzerine çakıştırılması ile özgün bir deneyim sunulması, pano vb. ek fiziksel sunum araçlarına gerek kalmaması, koy içinde yönlendirme işaretçilerine gerek kalmaması, fiziki sunum ve yönlendiricilerin azalması ile koyun özgün halinin korunması, su altını ziyaret edemeyen ziyaretçiler için alan çeperinde ve bakı noktalarında alternatif sunumlar oluşturulması gibi öne çıkan avantajları ile Tekke Koyu için en uygun sunum yöntemi olacağı düşünülmekte, en sağlıklı ve etkili şekilde ziyaretçilere aktarılacağı tezin sonucunu oluşturmaktadır.
  • Öge
    Paşalimanı (Aloni) adası şaraphane yapıları için koruma ve yeniden kullanım önerileri
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-03-06) Caner, Tuğçe ; Almaç, Umut ; 502191209 ; Restorasyon
    In this context, industrial heritages related to wine production in Greece have been searched. The research focused on wineries of the Samos Island, due to their similarities to the thesis subject. The examples have been compiled using Pandektis and VIDA archives. Pandektis has a special collection titled "Industrial Establishments and Workshops in the Aegean". Most of the wineries in the collection are located on Samos Island. Among the Greek islands, Samos is the closest to Turkey geographically. In the 19th century, Samos was a region- affiliated with the Ottoman administration as Sisam Beyliği. Consequently, it is possible to frequently encounter records of wine taxes of Sisam in the BOA documents. In Turkey, the wineries that witnessed the pre-republic period have been greatly affected by wars and migrations. During the Ottoman era, production, consumption, and trade of alcoholic beverages were forbidden for Muslims. The main actors in the wine industry were non-Muslim groups. In the beginning of the 20th century, the First World War caused migrations. The loss of a large part of the Anatolian Greek population was made certain through the Population Exchange between Greece and Turkey signed in the Treaty of Lausanne. This migration also means the loss of the original users of the wineries and the loss of professional knowledge in the country. After the relocation policies, some of the abandoned wine production structures were reused, some of them in danger of being lost due to neglect, decay or other threats. Many of them have already been lost. The Anatolian Greeks of the South Marmara Islands left the region before the exchange agreement. The agreement, signed in 1923, formalized the situation of the migrants. Relocation policies and the distribution of the "Emval-i Metruke" (abandoned properties) to the exchangees were implemented at different periods. In particular, the South Marmara Islands remained empty for a couple of years. This desolate era resulted in looting of the buildings and other valuables. The repopulation of Paşalimanı Island began with the first migrants coming from Crete Island. Immigrants from Yugoslavia and the Black Sea Region began to form a new population of the Island. During this period, viticulture and winemaking activities on the island have decreased drastically. The newcomers from Macedonia (formerly Yugoslavia) converted some of the winery buildings into houses and used some of them as warehouses. The main production unit possibly has not been used for a hundred years. As can be seen from a 1953 aerial photograph provided from HGM, the roof is completely missing. Considering its abandonment starting from 1920s, it seems unlikely to lose the entire roof without any intervention. Throughout the process of establishing the new state, it was necessary to restructure the wine industry. The foundations of the industry was reestablished through processes such as supporting viticulture, bringing in experts on the subject to the country, supplying the equipment necessary for the production, providing vocational training, and building production facilities under state monopoly. These approaches had effects such as revitalizing and expanding the vineyards in the South Marmara Islands, especially on the islands of Avşa and Paşalimanı. The South Marmara Islands, known for their delicious wines throughout history, have a local grape variety called Adakarası. It is currently grown for commercial purposes in wide vineyards of Büyülübağ Winery on Avşa Island. However, Paşalimanı vineyards are limited to small-scale productions for personal use. The resumption of grape and wine production on Paşalimanı Island, which has a climate and soil type suitable for viticulture, will make significant contributions to the regional economy. Having an industrial heritage that reflects the wine culture of the region is a great opportunity for the island. Within the scope of the study, the current condition of the winery was recorded and assessments were made regarding its architectural features. Material and deterioration analyses were developed with the data provided through the site work. Structural damages, building element losses, material deteriorations, improper interventions, and vegetation growth are general problems faced by the winery. The field study was conducted on Paşalimanı Island in September 2021. For the architectural survey, digital-optical instruments such as laser scanner and totalstation together with traditional survey methods were used. Approximately 50 setups were made with laser scanning. The survey data taken with total station were completed using 13 polygons. Orthographic images were obtained from the created point cloud data, which provides reliable data for the drawings. Some of the winery units did not permit the installation of devices, so survey was obtained using traditional methods. The restitution proposal for the initial state of the complex has been prepared according to the research data, the accounts of island residents, and the architectural survey. Conservation proposals and a reuse project were developed by considering the cultural significance of the heritage in the Southern Marmara Islands and the potential economic opportunities for the local community.
  • Öge
    İzmir-Foça Sazlıca mevkii kırsal yerleşimini koruma önerisi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2023-07-03) Atay, Çağıl ; Özdoğan Eres, Zeynep ; 502191201 ; Restorasyon
    Günümüzde Kartdere Vadisi olarak geçen bölgede, Eski Foça-Yeni Foça yolu üzerinde yer alan Sazlıca Mevkii, kırsal yerleşime adını veren koyun ardında, iki dere arasındaki yamaçta 19. yüzyılın ortalarında kurulmuştur. 1923'teki Türk-Yunan nüfus mübadelesine kadar ağırlıklı olarak Rumların yaşadığı köyün o dönem için merkezlere uzaklığı, sosyal ve altyapısal eksiklikleri zaman içinde yerleşen mübadillerin de buraya uyum sağlayamayıp köyü terk etmesine neden olmuştur. Günümüzde aktif kullanıcısı olmayan yerleşim, mevsimlik yaşayan bir çoban ile yakın çevrede yaşayan emekli bir öğretmen tarafından kullanılmaktadır. Nüfusun yitirilmesi, yapıların niteliksiz ekler almasını önleyip özgünlüğünün korunmasını sağlasa da doğa şartlarında bakımsız kalan yapılar yıpranmış ve yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Yerleşimin mimari karakterini kökeni antik bir geleneğe dayanan yüksekliği eninden fazla olan kule evler oluşturmaktadır. Kule yapılar ilk bakışta savunma, haberleşme ve gözetleme amaçlı gibi görünse de yüzyıllar boyunca farklı amaçlara hizmet etmiştir. Ortadoğu'dan Britanya'ya çok geniş bir coğrafyada yöresine özgü teknik ve malzemede inşa edilmiş; önemli rotalar, kavşaklar ve stratejik bölgelerde görülmüşlerdir. Foça Yarımadası'nın mimari tipolojisinde yer edinen kule evler, Kartdere (Kartera) ve Sazlıca'da toplu halde bir doku oluştururken, Aliağa'ya kadar olan kuzey yolu üzerinde ve şehir içlerinde tekil olarak bulunmaktadırlar. Merkezlerden uzakta, tarım alanlarını koruyarak kule ev işlevlerini, mimari biçimlenişlerinde de sürdürürken, kullanım açısından daha çok bağ evi niteliğine yaklaşmışlardır. Literatür araştırmaları sonucunda daha önce detaylı bir çalışma yapılmadığı saptanan Sazlıca Mevkii'nde; Hagios Ioannes Kilisesi ve çevresindeki yedi geleneksel yapı mimari açıdan ele alınıp belgelenmiştir. Doğal, kültürel ve mimari nitelikleriyle çalışmaya değer görülen yerleşim ve çevresi 2020-2022 yıllarında izlenmiş, aralıklarla fotoğraflanmıştır. İzmir ve Foça Belediyelerinden alınan halihazır haritalar güncellenmiş, güncellenen haritalarda yapılan üst ölçekli analiz- sentez çalışmaları ile yapıların çevre ilişkileri, temel mimari özellikleri, sorunları ve potansiyelleri ortaya çıkarılmıştır. Çalışma alanı olarak seçilen odaktaki sekiz yapı Faro scanner ve geleneksel yöntemlerle ölçülmüştür. Sonrasında, çekilen yakın açı fotoğraflar Agisoft Metashape programında orthophotolara dönüştürülerek yapıların 1/1 ölçekte belgelenmesi sağlanmıştır. Harita Genel Müdürlüğü'nden alınan 1957, 1970, 1975 ve 1995 uydu fotoğrafları incelenmiş, güncel haritalarla çakıştırılmıştır. Sonucunda 1957 yılı ve günümüzle karşılaştırma haritaları oluşturularak, kule evlerin yakınlarındaki kurutulmuş dere, evleri çevreleyen tarla ve bağlar ile yok olan yapıların sınırları işaretlenmiştir. Rölöve ve restitüsyon çizimleri hazırlanan yapıların Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) kırsal mimarlık envanter fişleri de yapıları kısaca tanıtmak için doldurulmuştur. Birinci bölümde çalışmanın amaç, kapsam ve yöntemiyle beraber yararlanılan ana kaynaklar, fiziksel alan çalışmaları ve belgeleme yöntemleri belirtilmiştir. Yazılı kaynakların yeterli olmadığı konularla ilgili Foça araştırmaları yapan uzman ve yerel halktan kişilerle sözlü bilgi çalışmaları yapılmıştır. Çalışma alanının bulunduğu, kuruluşu tarih öncesi çağlara dayanan Foça Yarımadası'nın genel özellikleri ikinci bölümün konusunu oluşturmuştur. Doğal, kültürel ve mimari açıdan İzmir'in önemli ilçelerinden olan Foça'nın coğrafi ve iklimsel özellikleri, sosyo-ekonomik yapısı, tarihi ve mimari gelişimi ele alınmıştır. Üçüncü bölümde çalışma alanı Sazlıca Mevkii'nin coğrafyası, sosyal yaşantısı, kültürel değerleri, ekonomik faaliyetleri ve mimarisi hakkında bilgi verilirken dokunun ana karakterini oluşturan kule evlerden bahsedilmiştir. Oldukça köklü bir geleneğin parçası olan kule evlerin özellikleri, ilk ortaya çıkışları hakkında bilgi verilirken, Akdeniz ve Ege coğrafyasındaki örnekleri ile Foça Yarımadası örneklerine değinilmiştir. Çalışmanın dördüncü bölümü, odak olarak belirlenen, doku oluşturan bölgenin yakın çeperinde yapılan analiz ve sentez çalışmalarıdır. 1/1000 ölçekte çevresel durum anlatılırken, 1/500 ölçekte 10 adet yerleşim alanı analizi yapılmış; pasta grafiklerle durum açıklanmıştır. Yerleşimin sorun ve potansiyellerini ortaya çıkarmak ve öneriye hazırlamak adına 1/500 ölçekli iki adet sentez çalışması, seçilen özgün işlev, kullanım durumu ve sağlamlık durumu analizlerinden yararlanılarak yapılmıştır. Bunun sonucunda terk edildiği için işlevsiz ve bakımsız kalan yapıların sağlam olmadığı da açıkça görülmüştür. Yerleşim ölçeğinden, tek yapı ölçeğine geçilen beşinci bölümde; dokuyu oluşturan yapılar kilise, kule evler ve daha geç dönem olduğu düşünülen geleneksel tek katlı yapılar olarak gruplandırılmış; 1/50 ölçekli plan, kesit ve görünüş rölöveleri üzerinden açıklanmıştır. Rölöveleri oluşturulan yapıların mimari gelişimini anlamak ve koruma önerilerine zemin oluşturmak üzere 1/100 ölçekli plan, kesit ve cephe restitüsyon çizimleri oluşturulmuştur. Restitüsyon çalışmasında yapılardan gelen izler, yerleşimdeki ve çevredeki az da olsa korunmuş konut örnekleri ile eski fotoğraf ve çizimlerden yararlanılmıştır. Ayrıntılı incelenen konut yapılarını ve dokudaki mimari gelişimi anlamak üzere yapıların plan, cephe ve düşey ilişkileri incelenmiştir. İlk inşa edildiğinde kare planlı, her katında tek mahal olan, zemini kapı açıklığı dışında sağır olan düz damlı kule evlerin, yakın dönemde yanlarına bitişik ek yapı aldıkları farklılaşan duvar örgülerinden de saptanmıştır. Günümüzde ender de olsa çağdaş ekler alan yapıların gelişimleri kronolojik olarak üç döneme ayrılmıştır. Ayrıca ele alınan konutların düz dam, döşeme ve duvar gibi yapı ögeleri incelenmiş, merdiven, kapı, pencere, bezeme, ocak, dolap nişleri, ikona nişleri, seng-endaz, çörten gibi mimari elemanları ile ağıl ve hela mekanları boyut, biçim ve çeşitleri ayrıntılandırılmıştır. Döşeme, üst örtü ve ahşap merdivenlerini kaybeden yapıların gelen izlerden ve çevre örneklerden hareketle 1/20 restitüsyon detayı, duvar örgülerinin ve bezemelerin de 1/20 ve 1/10 ölçekli rölöve detayları verilmiştir. Altıncı bölümde terk edilen yapıların ve yerleşimin korunma sorunlarına değinilmiştir. Mübadele sonrası kullanıcıları değişen yapıların yeni ailelere uygun olmaması, gelen mübadillerin geçim kaynakları ve uğraşlarının farklılığı, köyün o dönem için merkezlere uzaklığı, altyapı ve sosyal donatı yetersizlikleri ve Foça'nın askeri yasak bölge olması gibi sorunlarla birlikte köy yaşamının albenisini kaybetmesi, şehir merkezlerine göçleri hızlandırmış; köy 1960'lı yıllarda bütünüyle terk edilmiştir. Köy altı yerleşim niteliğindeki dokunun ikinci derece doğal sit alanında olması ile konutların geç de olsa 2017 yılında tescillenmesi koruma adına önemli bir adım olsa da koruma amaçlı bir imar planı olmaması, ören yeri haline gelen yerleşimin turizm baskısı altında yok olmaya terk edilmesi ve yasal sorunlara da değinilmiştir. Yedinci bölümde, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan yerleşimin bütüncül bir şekilde korunması için önerilen açık hava müzesi senaryosu açıklanmıştır. Nüfusunu yitirmiş yerleşimlerin tekrar kalkınmasının çok disiplinli bir konu olduğu göz önüne alınarak, mimari ve koruma çerçevesinde, ekonomik sürdürülebilirliğinin de sağlanmasına yönelik üst ve alt ölçekte tavsiyeler yapılmıştır. Sonuç olarak, ülkemizde koruma bilinci kentlerde bile yeterince gelişememişken, kolaylıkla gözden çıkarılan kırsal doku ve buradaki geleneksel yapıların korunmasının önemine dikkat çeken çalışmada; Sazlıca Mevkii'nin doğal, arkeolojik, kültürel ve mimari değerlerinin korunarak, insanlık mirasının bir parçası olarak kalması ve kültürel rotalara eklemlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Böylece Foça'nın bir dönemine tanık yerleşim ziyaret edilebilecek ve köy hayatı deneyimlenebilecektir.
  • Öge
    Kurtuluş (Tatavla) semti kentsel koruma projesi
    (Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-02-15) Artuç, Çağlasu ; Salman, Sakine Yıldız ; 502171203 ; Restorasyon
    Tarihi birçok doku ve değer ile günümüze ulaşan İstanbul'da, yaşanmış her olayın kentsel dokuda bir ize dönüşmesi zamanla katmanlaşmaya neden olmuştur. Tüm katmanları ile günümüze ulaşan İstanbul'daki birçok tarihi semt gibi Kurtuluş (Tatavla) Semti de zamanla kazandıkları yanında değişme ve dönüşme baskısı ile kentsel dokuya zarar veren müdahaleler, ekler ve niteliksiz yapılaşmadan da etkilenmiştir. Kökleri çok eskiye dayanan ve günümüzde değişim baskısı altında olan Kurtuluş (Tatavla) Semti, bir önlem alınmazsa geçirdiği dönüşüm ile sahip olduğu değerlerle ilişkili 19. ve 20. yüzyıllara ait kentsel, tarihsel, sosyal ve kültürel dokuyu kaybetme riski altındadır. Tatavla günümüzdeki adı ile Kurtuluş; Bomonti, Osmanbey, Nişantaşı, Harbiye, Elmadağ, Dolapdere, Beyoğlu, Kasımpaşa, Feriköy Semtleri ve tarihi mezarlıklar ile çevrelenmiştir. İstanbul'un merkezinde, tarihi Kanuni Sultan Süleyman dönemine dayanan, bütün milletlerin bir arada yaşadığı kozmopolit İstanbul'da sadece Rum-Ortodoks halkın yaşamasına izin verildiği özerk bir bölge olarak kendine ait gelenekleri, kültürleri hatta 500 yıllık bir karnavalı olan bir semttir. Atların otlak ve barınma yeri olarak kullanılan Tatavla Semti'ne ilk yerleşim Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) döneminde başlamıştır. İlk yerleşenler ise Kaptan-ı Derya olarak görev alan Barbaros Hayreddin ve Piyale Paşa'nın Ege, Akdeniz, İyonya Adaları ve Mora Yarımadası'na düzenledikleri deniz seferleri sırasında Kasımpaşa Tersanesi'nde çalıştırmak için esir alınan gemicilikte, denizcilikte yetenekli savaş tutsakları ve kölelerdir. Bu semtin zamanla başarıları ile özgürleşen halkı, Barbaros Hayreddin ve Piyale Paşa gibi önemli Kaptan-ı Deryaların himayesi ve teşviki ile gelişmeyi sürdürmüştür. Zamanla gelişen semt, Padişah III. Selim'in 1793 yılındaki bir fermanı sayesinde İstanbul'da farklı semtlerde beraber yaşayan Müslüman, Süryani, Ermeni ve Yahudilerin semte girişini yasaklamakla kalmayıp, bu duruma Protestan ve Katolik mezhebine bağlı olan Avrupalı Hristiyanları (Frenk) bile dahil edip Rum-Ortodoks olmayan birinin yerleşmesini engelleyerek hem köken hem de din ile bağlantılı çok özel bir alan oluşturulmuştur. 19. yüzyılda meydana gelen 1821 tarihli Mora İsyanı semtin Kaptan Paşaların himayesini kaybetmesi ile 1854-1855 tarihli Kırım Savaşı ise Çarlık Rusyası'nın bu himayeliği üstlenmesi ile sonuçlanmıştır. 1831 Pera Yangını, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı, 1870 Büyük Pera Yangını gibi önemli olaylar ve afetler Kaptan-ı Deryaların korumasının kaybedilmesi ile birleşince 1793 yılındaki fermanın geçersiz olmasına sebep olmuştur. Bu duruma, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra semtin yakın çevresinde Sinemköy, Pangaltı, Harbiye, Feriköy, Bomonti ve Nişantaşı gibi önemli semtlerin oluşması da eklenince semtin hem kentsel gelişimi hızlanmış hem de farklı etnik kökene sahip Ermenilerin, Rumların ve Levantenlerin semte yerleşmesine neden olmuştur. Tatavla, 20. yüzyıla sahip olduğu özerk ve özgür bir ortam sayesinde İstanbul'un diğer semtleri arasında Pera'dan sonra en fazla Rum kökenli halkın yaşadığı semt olarak girmiştir. Tersanelilerin yaşadığı yoksul köy; kiliseleri, ayazmaları, mezarları, okulları, tiyatroları, hayır dernekleri, spor kulüpleri, hamamı, kökeni Venedik ve Rio karnavalına dayanan yurt dışında dahi ünlü olan karnavalı, panayırları, meyhaneleri, tavernaları, önemli meslek erbabı insanları ile "Küçük Atina" olarak da isimlendirilmiştir. Bu süreçte Tatavla; kentsel, kültürel ve sosyal birikimini artırarak Pera'dan sonra ünlü olmasının hakkını vermiştir. Tramvay hattının son durağı olarak gelişen ünlü Kurtuluş (Tatavla) Caddesi, üzerinde yükselen evler ile zamanla Beyoğlu Caddesi gibi bir siluete sahip olmuştur. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Barış Antlaşması ile Tatavla zorunlu göçe dahil edilmeyen yerler arasına girerek önemini tekrar ortaya koymuştur. Mübadele ile göç eden Rumların Yunanistan'da çektiği sıkıntılar da öğrenildikçe Tatavla İstanbul'un birçok semtinde yaşayan Rum ailelerin güvende yaşamak için göç ettiği bir semt konumuna gelmiştir. Tüm bu nüfus artışı sadece kültürü etkilememiş birçok tarihi binanın inşa edilmesini sağlamıştır. Ancak 21 Ocak 1929 gecesi yaşanan 212 evin, 17 dükkanın ve 1 eczanenin kül olduğu Büyük Tatavla Yangını ise sadece büyük maddi kayıplar verilmesi ile sonuçlanmamış, kent dokusunun değişimine de neden olmuştur. Yurt içi ve yurt dışında yayınlanan birçok gazetede gün gün takip edilen 1929 Büyük Tatavla Yangını sadece eski tarihi doku yerine tamamen farklı bir kent dokusunun ortaya çıkmasına sebep olmamış, yüzyıllardır kullanılan "Tatavla" isminin "Kurtuluş" olarak değiştirilmesine de etken olmuştur. 1939-1945 II. Dünya Savaşı'nın etkileri ile ortaya çıkan 1941 Yirmi Kur'a Nafia Askerleri ve 1942 Varlık Vergisi olaylarına, Kıbrıs Sorunu'nun tetiklediği 1955 6-7 Eylül Olayları ve 1964 Zorunlu Mübadele de eklenince Rum halkın göç etmesi semtin kimlik erozyonu yaşamasına neden olmuştur. Boş kalan yerlerin ise Anadolu'dan alınan iç göçler ile dolması, 20. yüzyılın başında sahip olduğu sosyal, kültürel ve kentsel yaşantısından elde ettiği, doğal bir zenginlik olan "özerk kozmopolit yapısını" kaybetmesine sebep olmuştur. 1980 ve 1990 döneminde ise iş bulma umudu ile doğudan batıya göç eden insanlar yakın çevrelerini ve akrabalarını da yanlarına alarak semte yerleşmeye devam etmişlerdir. 2000'li yıllarda ise bu göç, dış ülkelerde yaşanan savaşlar ve ülkelerin ekonomik durumları nedeni ile uluslararası bir boyuta ulaşmıştır. Semtin tarih boyunca birçok afet yaşaması ve Cumhuriyet Dönemi sonrasında yaşanan kontrolsüz göç sebebiyle artan nüfusun ihtiyacını karşılamak için apartmanlaşmanın hızlanması tarihsel ve kültürel birikimin yok olmaya başlamasına sebep olmuştur. Bu tez; Osmanlı'dan günümüze kadar uzanan tarih boyunca yaşanan kentsel, kültürel, siyasal, sosyal etkileri ve meydana gelen doğal afetleri tarihi belgelere dayandırarak semtin zaman içindeki kentsel değişimini ve tarihsel-kültürel tüm değerlerini inceleyip, günümüze ulaşmayı başarmış tüm tarihi yapıların envanter listesini oluşturarak yapılan analizler sonucunda bu tarihi semti gelecek kuşaklara aktararak kalkınmasını sağlayacak kentsel koruma projesini oluşturmayı hedeflemektedir. Bu amaç doğrultusunda tez altı bölümden olmuştur. Tezin birinci bölümü olan Giriş bölümünde tezin konusu, amacı, kapsamı ve uygulanan yöntemler anlatılmıştır. Semtin kültürel, siyasal, sosyal ve fiziksel değişimini ve tarihini detaylı olarak birçok basılı kaynak, tarihi haritalar ve arşiv belgeleri ile kronolojik bir düzende anlatan tezin ikinci bölümü ise üç kısma bölünmüştür. Bu üç bölümde semtin 19. yüzyıla kadar, 19. yüzyılda ve 20. yüzyılda geçirdiği kentsel gelişim ve değişim anlatılmıştır. Bu bölümde, semtin iki döneminin olduğu ve bu iki dönemi yansıtan farklı kent dokularının oluştuğu anlaşılmıştır. Tezin üçüncü kısmında, 19. yüzyıl sonu ve Cumhuriyet Dönemi kent dokusunu yansıtan çalışma sınırı içinde yapılan saha çalışmaları sonrasında mevcut durumunu anlatmak ve bozulmaları belirlemek için hazırlanan analizler, grafikler, tablolar ve fotoğraflar kullanılmıştır. Tüm bu süreçte alanda bulunan kültür varlığı yapılar tespit edilmiş olup bu yapılar için detaylı envanter listesi oluşturulmuştur. Tezin dördündü kısmı olan sentez bölümünde, alanda bulunan tüm bozulma tehditlerini belirleyerek öne çıkarmak için yapılan tüm fiziksel analizler ve sayısal veriler aynı anda değerlendirilmiştir. Tezin beşinci kısmı olan öneriler bölümünde, sentez çalışmasından elde edilen veriler, fiziksel analizler ve tarihsel araştırmalar göz önüne alınarak Kurtuluş (Tatavla) Semti için yapısal, kullanım durumu ve dijitalleşme önerileri hazırlanmıştır. Tezin sonuç bölümü olan altıncı bölümde, Kurtuluş (Tatavla) Semti Kentsel Koruma Projesi'nin bütüncül koruma ilkeleri ile sağlıklaştırma, sürekli kullanım ile canlandırılma ve teknolojiye adapte edilerek geleceğe aktarma prensipleri ile hazırlandığı açıklanmıştır.