LEE- Malzeme Bilimi ve Mühendisliği-Yüksek Lisans
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Son Başvurular
1 - 5 / 25
-
ÖgeHava araçlarında yapısal sağlık izlemesi için mekanolüminesans malzemenin geliştirilmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-06-30)Yapısal sağlık izleme, bir yapıdaki hasar ve uygunsuzlukların sensörler aracılığıyla veri edinme ve analiz etme süreci olarak tanımlanmaktadır. Yapısal sağlık izleme yapının bütünlüğünü tehlikeye atabilecek olayların, anormalliklerin, hasarların veya bozunmaların gerçek zamanlı izlenmesi ve değerlendirilmesi açısından büyük önem teşkil etmektedir. Günümüzde yapısal sağlık izleme havacılık-uzay, inşaat ve enerji alanlarında oldukça yaygın kullanılmaktadır. Yapısal sağlık izleme ile fiziksel olarak ulaşılamayan bölgelerden veri edinerek hasarın konumunu ve şiddetini belirlenmesi sonucu yapının bakım ve onarımı gerekli durumlarda gerçekleşmektedir. Hasarın teşhis ve tahmin edilmesi için gerinim ölçerler, fiber-optik sensörler, ivmeölçerler, piezoelektrik ve mikro elektro-mekanik sistemler kullanılmaktadır. Havacılık-uzay alanında kompozit malzemeler oldukça tercih edilmektedir ve yapısal sağlık izlemesi için kullanılan sensörler bu malzemelere entegre veya gömülü halde bulunmaktadır. Sensör kablolarının kurulum süreleri, yapıyı ağırlaştırmaları ve dizilim hataları karşılaşılan zorluklar arasındadır. Bu yüzden düşük enerji tüketen, tekrar edilebilir, yüksek hassasiyete duyarlı yenilikçi yöntemler geliştirilmeye ihtiyaç duyulmaktadır. Mekanolüminesansın tekrar edilebilirliği, gerilim, darbe ve çatlak gibi deformasyonları algılama ve düşük enerji tüketimi özelliklerine sahip olması pek çok araştırmacının ilgisini çekmektedir. Mekanolüminesans, malzemeye uygulanan mekanik uyarımlar sonucu ışıma yapmasıdır. Mekanolüminesansın alt sınıfı olan elastik mekanolüminesansın tahribatsız gerçekleşmesi, tekrar edilebilir olması ve malzeme üzerine uygulanan yük ile doğru orantılı olarak ışıma yoğunluğunun artması nedeniyle yapısal sağlık izleme alanındaki sensör uygulamaları için uygun kılmaktadır. Mekanolüminesans davranışının incelenmesinde stronsiyum alüminat esaslı fosforesans malzeme oldukça tercih edilmektedir. Stronsiyum alüminat esaslı fosforesans malzemesinin mekanolüminesans davranışı, sentezlenmeleri sırasında kullanılan aktivatörler ve proses parametrelerine bağlı olarak geliştirilebilmektedir. Bu tez çalışmasında, yapısal sağlık izleme uygulamalarına yönelik mekanolüminesans davranışı geliştirmek amacıyla Eu2+ ve Dy3+ aktive edilmiş stronsiyum alüminat esaslı fosforesans malzemesine eklenen Y ve Ho nadir toprak elementlerinin etkileri araştırılmıştır. Deneysel çalışmada, farklı stokiyometrilerdeki stronsiyum alüminat numuneleri Sr(0,96-x)Al2O4:Eu0,01,Dy0,03,Mx (M: Y, Ho) formülüne uyarlanarak üretilmiştir. X değerleri sırasıyla 0; 0,01 ve 0,03 mol olmaktadır. Katı-hal reaksiyonu yöntemiyle Sr0,96Al2O4:Eu0.01,Dy0.03 bileşimi referans numune olarak %10H2-Ar redükleyici atmosferde 1350 °C sıcaklıkta 2 saat boyunca sinterlenerek üretilmiştir. Mekanolüminesans davranışın geliştirilmesinde kullanılacak optimum bileşimi belirlemek için farklı konsantrasyonlarda Y ve Ho katkılı numuneler aynı parametreler doğrultusunda sol-jel yöntemi ile üretilmiştir. Elde edilen ürünlerin yapısal, optik ve morfolojik analizleri için sırasıyla XRD, spektrofotometre ve elektron mikroskobu (SEM) kullanılmıştır. Mekanolüminesans davranışının incelenmesi için tozlar sırasıyla kütlece %10, %30 ve %50 oranlarda epoksi matrise katılmıştır. Mekanolüminesans şiddetleri bilya düşürme testi sırasında görüntü işleme tekniği ile tespit edilmiştir. Numunelerin XRD analizi sonuçlarında monoklinik SrAl2O4 anafazı ve ikincil faz olarak Sr4Al14O25 fazı tespit edilmiştir. Yapıya eklenen Y ve Ho katkıları ikincil faza ait pik şiddetlerini arttırdığı tespit edilmiştir. Spektrofotometre analizi sonucunda numunelerin 520 nm dalga boyunda ışıma yaptıkları tespit edilmiştir fakat holmiyum katkılı bileşimlerde Ho3+ halinden Ho2+ haline redüklenmesi ile 545 nm dalga boyunda ikincil bir pik tespit edilmiştir. Sr0,95Al2O4:Eu0,01,Dy0,03,Ho0,01 numunesinin en yüksek ışıma şiddetine ve en kısa sönümlenme süresine sahip olduğu tespit edilmiştir. Bu kapsamda mekanolüminesans davranışını geliştireceği düşünüldüğü için Sr0,95Al2O4:Eu0,01,Dy0,03,Ho0,01 bileşimi katı- hal reaksiyonu ve sol-jel yöntemi ile üretimine devam edilmiştir. Sr0,96Al2O4:Eu0.01,Dy0.03 bileşimi referans numunesine uygulanan SEM analizi sonucunda genel yapının homojen dağılımda ve tanelerin köşeli olduğu tespit edilmiştir. Her iki yöntemle üretilen Sr0,95Al2O4:Eu0.01,Dy0.03,Ho0.01 bileşiminin SEM analizleri sonucunda tane dağılımının düzensiz olduğu tespit edilmiştir. Sr0,96Al2O4:Eu0,01,Dy0,03 tozu içeren kompozit disklerin mekanolüminesans davranışının analizinde, matris içerisindeki toz oranı artışı ile mekanolüminesans şiddetlerinin de doğru orantılı olarak arttığı tespit edilmiştir. Buna ek olarak, artan toz oranıyla düşük darbe enerjilerinde de mekanolüminesans davranışı gözlemlenmiştir. Sol-jel yöntemi ile üretilen Sr0,95Al2O4:Eu0,01,Dy0,03,Ho0,01 bileşimi içeren tozun katkılı olduğu kompozit disklerin mekanolüminesans davranışının analizinde, matris içerisindeki toz oranı artışı ile mekanolüminesans şiddetlerinin önce azaldığı sonra arttığı tespit edilmiştir. Katı-hal reaksiyonu yönteminde ise matris içerisindeki toz oranı artışı ile mekanolüminesans şiddetlerinin azaldığı tespit edilmiştir. Toz oranının matris içerisindeki artışı ile topaklanmaya neden olması sonucu uygulanan mekanik uyarımın toza iletimi ve tozdan yansıması ışıma şiddetini azaltmasıyla açıklanmaktadır. Bütün kompozit numunelere uygulanan darbe enerjisinin artması ile doğru orantılı olarak mekanolüminesans şiddetinin de arttığı tespit edilmiştir. Ho katkılanması ile numunelerdeki tepki hassasiyetleri artmıştır ve en düşük darbe enerjilerinde dahi mekanolüminesans davranışı göstermiştir. %10 oranında holmiyum katkılı bileşim daha şiddetli mekanolüminesans davranış göstermiştir.
-
ÖgeVanadyum ve niyobyum karbür/oksit partikül takviyeli alüminyum metal matriks kompozitlerin toz metalurjisi yöntemleriyle üretimi ve karakterizasyonu(İTÜ Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025)Mühendislik uygulamalarında kullanılan malzemeler; metaller, seramikler, polimerler ve kompozitler olmak üzere dört ana gruba ayrılmaktadır. Bu malzemeler, fiziksel ve kimyasal özelliklerine bağlı olarak farklı endüstriyel uygulama alanlarında kullanılır. Metaller, yüksek mukavemet ve süneklik gerektiren uygulamalarda; seramikler, yüksek sıcaklık ve aşınma direnci istenen ortamlarda; polimerler ise hafiflik ve kolay şekillendirilebilirlik avantajları sayesinde geniş bir kullanım alanına sahiptir. Farklı özelliklerin bir araya getirilmesini sağlayan malzeme türü ise kompozitlerdir. Kompozit malzemeler, en az iki farklı fazın birleşimiyle oluşan ve üstün özellikler sergileyen mühendislik malzemeleridir. Bu fazlardan biri sürekli olan matriks faz, diğeri ise takviye fazıdır. Takviye faz, genellikle parçacık, kısa lif, uzun lif ya da tabaka şeklinde olabilir. Matriks malzeme yük taşıyıcı görev üstlenirken, takviye faz ise kompozitin mukavemetini, sertliğini ve aşınma direncini artırmaktadır. Metal matriks kompozitler (MMK), matriks fazı olarak metal veya metal alaşımı kullanılan ve genellikle seramik içerikli takviyelerle güçlendirilen kompozitlerdir. MMK'lar, yüksek mukavemet, iyi aşınma direnci, yüksek sıcaklık dayanımı ve düşük yoğunluk gibi avantajları sayesinde havacılık, otomotiv ve savunma sanayii başta olmak üzere birçok alanda tercih edilmektedir. Özellikle alüminyum esaslı metal matriks kompozitler (AMMK), hafiflik, yüksek özgül mukavemet ve korozyon direnci gibi özellikleri ile ön plana çıkmaktadır. Ancak geleneksel alüminyum alaşımları, ileri mühendislik uygulamaları için yeterli mekanik ve tribolojik özellikleri sağlayamamaktadır. Bu nedenle, SiC, B4C, Al2O3, NbC ve VC gibi sert seramik fazların alüminyum matriksine ilavesi, kompozitlerin performansını artırmak amacıyla sıkça başvurulan bir yöntemdir. Bu takviyeler, kompozitin mikroyapısını, yoğunluğunu, sertliğini ve aşınma davranışını doğrudan etkilemektedir. Bu çalışmada, toz metalurjisi yöntemi ile vanadyum karbür-oksit (VKO) ve niyobyum karbür-oksit (NKO) takviyeli alüminyum esaslı metal matriks kompozitler sentezlenmiştir. Çalışmanın ilk aşamasında, elementel haldeki vanadyum (V) ve niyobyum (Nb) tozları, grafit (C) ile belirli oranlarda karıştırılarak farklı sürelerde (15 dk, 30 dk, 1 sa) mekanik alaşımlamaya tabi tutulmuş ve ardından 900 °C'de 3 sa tavlanmıştır. Elde edilen VKO ve NKO takviyelerine XRD, partikül boyut analizi, yoğunluk ve SEM incelemeleri uygulanarak yapısal özellikleri belirlenmiştir. Elde edilen verilere göre, 1 sa mekanik alaşımlama ile hazırlanan takviye tozları en uygun mikroyapısal özellikleri göstermiştir. İkinci aşamada ise, elde edilen VKO ve NKO tozları, ağ. %2, %5, %10 ve %15 oranlarında saf alüminyum ile karıştırılarak 4 sa boyunca yüksek enerjili öğütücüde öğütülmüştür. Hazırlanan toz karışımları, tek eksenli presleme ile kompakt hale getirilmiş, bağlayıcı giderme sonrası soğuk izostatik presleme ile nihai forma gelen numuneler 600 °C'de sinterlenmiştir. Üretilen numuneler üzerinden Arşimet yoğunluk ölçümleri, Vickers sertlik testleri ve kuru kayma aşınma testleri gerçekleştirilmiştir. Sonuçlar incelendiğinde, %10 VKO takviyeli numunenin 2.21 GPa ile en yüksek sertlik değerine sahip olduğu görülmüştür. NKO takviyesi açısından ise en iyi sonuç %15 takviye oranında 1.39 GPa sertlik değeri ile elde edilmiştir. Aşınma testlerinde de benzer şekilde, %10 VKO ve %15 NKO içeren kompozitlerin en düşük aşınma hacim kaybına sahip olduğu belirlenmiştir. Bu tez çalışmasının sonucunda, VKO ve NKO takviyelerinin AMMK'lerin mekanik ve tribolojik özelliklerini olumlu yönde geliştirdiği tespit edilmiştir. Ayrıca optimum takviye oranlarının VKO için %10, NKO için ise %15 olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu tür kompozitler, yüksek performans gerektiren yapısal uygulamalarda alternatif bir malzeme çözümü sunmaktadır.
-
ÖgeDesign and development of a custom batch foaming reactor and its validation through bead foaming of bioplastics(ITU Graduate School, 2025)Sustainable polymers have gained worldwide importance as they have started to become viable alternatives for petroleum-based plastics. This is mainly due to their potential to overcome environmental detriments such as plastic pollution, carbon emissions, and the possible depletion of natural resources. Türkiye, having very limited fossil fuel resources, and increasing use of plastics, is even more exposed to negative economic and environmental consequences of using plastics. As an agriculture country, Türkiye will benefit much more from any progress in the bioplastics field, and possible gradual replacement of petroleum-based plastics with bioplastics. Polylactic acid (PLA) is a sustainable plastic because it can be produced efficiently from various agricultural products, and has rapid biodegradation properties. PLA has suitable mechanical properties for foam production and has long attracted the attention of both academics and industry. On the other hand, bioplastic foams that can compete economically and technically with petroleum-based foams on an industrial scale have not yet been produced. Research on this subject is being conducted at our university, as well as in many major universities around the world. Extensive testing of bioplastic samples under controlled laboratory environments and with varying production methods is needed before industrial processes that enable large-scale foam production from bioplastics can be designed. İTÜ, as one of the leading universities in academic research on the subject of sustainable polymers, has been planning to equip its Sustainable Green Plastics Laboratory (SGPL) with a laboratory-scale batch foaming reactor. The main aim of this project is to develop an autoclave batch foaming reactor to be used for bioplastic foaming research at İTÜ. The project started with a general literature survey on the subject, and continued with the design of the autoclave body using CAD software, design of a special workbench dedicated to the autoclave, materials selection and procurement, production of individual parts, assembly of the autoclave foam production device and the workbench. Design and procurement of an autoclave insulation sleeve, arrangement of the reactor setup to work with existing temperature control device, syringe pump etc., optimizing the reactor setup for ergonomics and preparation of health and safety documentation were also within the scope of this project. Finally, operational testing of the device in SGPL with PLA samples and supercritical carbon dioxide as blowing agent was carried out using different temperatures, pressures and foaming times. After successfull operational tests, the autoclave foaming device which is unique in Türkiye, has been added to ITU infrastructure facilities to be used in different research projects after this thesis project, and is expected to benefit researchers significantly by facilitating their testing work.
-
ÖgeGeneration of quantum emitters by introducing color centers inside diamond(Graduate School, 2025-04-14)This thesis explores the generation of nitrogen-vacancy (NV) color centers in diamond, which are solid-state quantum emitters. Quantum emitters are critical for applications in quantum cryptography, sensing, and computing. Due to their stable photoluminescence and long spin coherence times at room temperature, NV centers are particularly worthy of studying in quantum technologies. The study aims to produce NV centers in a controlled manner by using low-energy electron beam irradiation and thermal annealing. The experimental method began with the selection of a nitrogen doped high-pressure high-temperature (HPHT) synthesized type Ib single-crystal plate diamond with a {100} surface orientation, obtained from Element Six. Electron irradiation was carried out using a lithography system at 100 keV with varying doses (0.5–5.0 C/cm²) applied in specific patterns on four corners of this sample. This step aimed to introduce vacancies in a spatially resolved manner. Subsequent annealing at 800 °C under argon flow at 100 CCM was done to induce the migration of these vacancies to nearby substitutional nitrogen atoms. These processes combined lead to the formation of NV centers. A comprehensive characterization process was conducted at each stage using topographical imaging with an optical profilometer, Raman spectroscopy, photoluminescence (PL) spectroscopy, and electron spin resonance (ESR). Raman analysis confirmed the integrity of the diamond lattice post-treatment. It also provided insights into strain–stress relations within the diamond lattice. Shifts in the diamond Raman peak position and changes in full width at half maximum (FWHM) across the sample revealed localized lattice stress. This discovery was important because these stress variations directly influence NV center formation and performance. PL spectroscopy detected distinct zero-phonon line (ZPL) emissions at ~638 nm, indicative of negatively charged NV⁻ centers. The intensity of NV⁻ emission was observed to vary with electron dose, which indicates the ability to control NV center density. Mapping of the PL signal further demonstrated successful spatial control of NVs on the sample. ESR measurements confirmed the spin-related properties of the generated centers and the charge state transition from NV⁰ to NV⁻ following annealing. Overall, this work stands out for its use of low-energy electron irradiation which is preferable due to easier control over defect positioning and potentially lower damage to the host lattice. This thesis contributes to the development of deterministic NV center engineering.
-
ÖgeMikro ark ve termal oksidasyon yöntemleriyle oksit kaplanan titanyum-niyobyum alaşımlarının özelliklerinin incelenmesi(İTÜ Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2025-06-26)Titanyum, zorlu çevresel koşulların bulunduğu havacılık, savunma sanayi, kimya endüstrisi ve denizcilik gibi alanların yanı sıra, dental ve ortopedik implantlar gibi biyomedikal alanlarda da yaygın olarak kullanılan bir malzemedir. Oda sıcaklığında hegzagonel sıkı paket (HSP) yapıda α-Ti fazında bulunan saf titanyum, 882 °C üzerinde hacim merkezli kübik (HMK) yapıdaki β-Ti fazına dönüşmektedir. Titanyum alaşımları, içerdiği alaşım elementi türüne ve oranına bağlı olarak, oda sıcaklığında α, α+β ve β faz yapısına sahip olabilir. Bu fazlar mekanik özellikler üzerinde direkt etkilidir. Örneğin, düşük elastik modül gerektiren biyomedikal uygulamlarda β tipi alaşımlar tercih edilirken, yüksek dayanım ve süneklik dengesi aranan yapısal uygulamlarda ise α+ β tipi alaşımlar tercih edilmektedir. Ancak, hem titanyum hem de titanyum alaşımları farklı mekanik özellikler sergilemelerine ragmen düşük aşınma direncine sahiptirler. Titanyum alaşımlarının aşınma direncini arttırmak amacıyla, yüzeyde koruyucu oksit tabakası oluşumunu destekleyen mikro ark oksidasyon (MAO) ve termal oksidasyon (TO) gibi oksitleyici kaplama yöntemleri kullanılmaktadır. MAO işlemi, plazma deşarjları aracılığıyla oluşan kalın, gözenekli ve biyolojik olarak aktif TiO2 tabakası sayesinde yüzey sertliği ve aşınma direncini arttırırken; TO işlemi, oksijenin difüzyonu yoluyla sert ve kompakt TiO2 tabakası oluşumunu sağlar. Bu çalışmada amaç, mikroyapısı α, α+ β ve β olacak şekilde farklı oranlarda Nb içeren 3 farklı Ti-xNb alaşımının (ağırlıkça % x=0, 23, 45) sinterleme işlemiyle üretiminin ardından MAO ve TO işlemleriyle yüzeylerinin oksit kaplanması ve böylece aşınma dirençlerinin arttırılmasıdır. Çalışmada kullanılan alaşımların, biyoteknolojik uygulamalarda implant malzemesi olarak değerlendirilme potansiyeli göz önüne bulundurularak, aşınma deneyleri 1,5 simule edilmiş vucüt sıvısında (SBF) gerçekleştirilmiştir Alaşımların üretimene Ti ve Nb tozlarının Turbula karıştırıcıda 1 saat karıştırması ile başlanmıştır. Toz karışımları 13 mm çapında 30 mm yüksekliğindeki kalıba doldurulmuş ardından 370 MPa basınçta tek eksenli olarak preslenmiştir. Preslenmiş numuneler argon atmosferinde 1400°C 1 saat sinterleme işlemine tabii tutulmuştur. Bu işlemler sonunda 13 mm çapında 18 mm yüksekliğinde deney numuneleri üretilmiştir. Bu numunelerin MAO ve TO işlemleri sonrası yapısal incelemeleri incelemelerinin gerçekleştirilebilmesi amacıyla, sinterlenmiş numuneler 4 mm çapında silindirik parçalar kesitler halinde hazırlanmış ve yüzeyleri zımparalanarak ortalama yüzey pürüzlülük (Ra) değeri ~0,15 µm seviyesine düşürülmüştür. MAO işlemi 10 g/L Na2SiO3 ve 2 g/L NaOH içeren elektrolit çözeltisinde 470 V pozitif potansiyel 85V negatif potansiyel olacak şekilde 5 dk süre ile gerçekleştirilmiştir. TO işlemi,600 °C ve normal atmosferik koşullarda 6 saat süreyle gerçekleştirilmiştir. Sinterlenmiş, MAO ve TO uygulanmış numunelerin yapısal karakterizasyonlarında faz analizinde XRD, kesit ve yüzey incelemelerinde optik mikroskop (OM) ve taramalı elektron mikroskobu (SEM) kullanılmıştır. Mekanik özelliklerin belirlenmesi amacıyla sertlik ölçümleri ve aşınma testleri yapılmıştır. Sertlik ölçümleri 0,01 kg ile 1 kg arasındaki yükler altında Vickers indenteri kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Karşıt hareketli aşınma testleri, 37 °C sıcaklıkta SBF içinde gerçekleştirilmiştir. Karşıt yüzey malzemesi olarak 6 mm çapında alümina bilya kullanılmıştır. 2 mm kayma genliği ve 6 mm/s kayma hızı şartlarında, 1 N normal yük altında toplam 50 m kayma mesafesinde testler gerçekleştirilmiştir. Numune yüzeylerinde oluşan aşınma izleri 2-D profilometre ve SEM ile incelenmiştir. Sinterlenmiş numuneler üzerinde yapılan incelemeler, beklendiği gibi saf Ti'un α, Ti-23Nb alaşımının α+β, Ti-45Nb alaşımının β-Ti mikroyapısına sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır. Ti-23 Nb alaşımı hacimce %59,3 β-Ti ve %40,7 α -Ti fazlarından oluşan bir mikroyapıya sahiptir. Alaşımdaki Nb içeriğinin artışıyla birlikte porozite oranında da artış gözlemlenmiştir; bu oranlar sırasıyla Ti, Ti-23Nb ve Ti-45Nb alaşımlarında %5,87, %10,23 ve %20,23 olarak ölçülmüştür. Sertlik ölçüm sonuçlarının batma derinliğinden etkilenmediği durumda ortalama sertlik değerleri Ti ve Ti-23 alaşımlarında 340 HV0,1, Ti-45Nb alaşımında yaklaşık 200 HV0,1 olarak ölçülmüştür. 1,5xSBF içinde gerçekleştirilen aşınma testleri, alaşımlarda Nb katkısının artmasıyla aşınma kaybının arttığını ortaya koymuştur. Ti referans alındığında, Ti-23Nb alaşımı yaklaşık 50 kat, Ti-45Nb alaşı ise yaklaşık 110 kat daha fazla aşınma göstermiştir. MAO işlemi uygulanan alaşımların yüzeyinde esas itibarıyla anataz ve rutil tipi TiO2 tabakası oluşmuştur. Bu yüzey tabakasının kalınlığı ve sertliği Ti'da 11,00±2,06 µm ve 395±82 HV0,01, Ti-23Nb alaşımında 12,92±1,99 µm ve 351±93 HV0,01, Ti-45Nb alaşımında ise 9,71±1,87 µm ve 372±103 HV0,01 olarak ölçülmüş. SBF içinde yapılan aşınma testleri, alaşımda buluna Nb içeriğinin artmasına rağmen MAO işlemiyle oluşan oksit tabakasının aşınma kaybı üzerinde kayda değer bir değişime sebep olmamıştır. Sinterlenmiş Ti'un aşınma kaybı referans alındığında MAO uygulanan alaşımların aşınma dirençleri yaklaşık 3 kat artmıştır. 600°C'de 6 saat süreyle uygulanan TO işlemi sonucunda Ti'de yaklaşık 1 µm kalınlığında ölçülen oksit tabakası olsa da Nb katkısı olan numunelerde ölçülebilir bir oksit tabakası tespit edilememiştir. Yüzeyde oluşan oksit tabakası TiO2'nin anataz ve rutil fazlarından oluşur. TO işlemi uygulanmış numunelerin yüzey sertlikleri Ti'da 722±143 HV0,01, Ti-23Nb alaşımında 643±140 HV0,01 ve Ti-45Nb alaşımında 900±366 HV0,01 olarak ölçülmüştür. Ölçülen sertlik değerleri MAO uygulanmış oksit tabakasının sertliğinden daha yüksektir. Sinterlenmiş Ti referans alındığında TO işlemi aşınma direncini yaklaşık 40 kat arttırmıştır. Alaşımdaki Nb katkısıyla yapıya β-Ti hakim olması sonucunda sertlik düşmüş, sonuç olarak aşınma kaybı artmıştır. Uygulanan TO ve MAO işlemlerinin sertliği ve aşınma direncini arttırdığını görülmektedir. Her iki yüzey modifikasyonu ile de aşınma direnci yükselse de TO en iyi aşınma direncini göstermiştir.
- 1 (current)
- 2
- 3
- 4
- 5