LEE- Denizcilik Çalışmaları Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Yazar "Yurtöz, Çağsenin Naci" ile LEE- Denizcilik Çalışmaları Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeDerin deniz madenciliğinin deniz güvenliğine etkileri(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-12) Yurtöz, Çağsenin Naci ; Bolat, Pelin ; 423211005 ; Denizcilik ÇalışmalarıArtan talep doğrultusunda hammadde fiyatlarının yükselişe geçmesi ve kaynak zengini ülkelerin bu durumu kendilerine ekonomik avantaj sağlamak için kullanmaları ülkeleri alternatif hammadde kaynakları aramaya yöneltiyor. Derin Deniz Madenciliği ise bu bağlamda, yakın gelecekte sıkça gündeme gelecek olan bir madencilik yöntemi olarak ortaya çıkıyor. Denizel kaynaklar deniz suyunda çözünmüş halde veya deniz yüzeyinde veya deniz dibinde depolanabilir olarak bulunabilmektedir. Pek çok alanda kullanımı olan minerallerin deniz suyu içerisinden veya deniz tabanından elde edilmesi ve işlenmesi, denizel alanlarda yeni gelişmelere yol açacaktır. Deniz tabanı maden havzaları aynı zamanda birçok derin deniz canlısının yaşam alanını oluşturmaktadır. Maden üretim aşamalarında suyun sıcaklığında, bileşiminde, bulanıklığında ve atıkların deniz tabanına geri gönderilmesinde oluşabilecek tortulanma doğal ortamı bozucu etkiler yapabilmektedir. Çevresel etkilerin minimize edilmesi ve sürdürülebilir yöntemlerin geliştirilmesi, bu alandaki en büyük zorluklardan biridir. Bu amaçla son dönemlede sıklıkla resmi kurumların veya sivil toplum kurumlarının yaptığı/yaptırdığı araştırmalar, raporlar ve haberler yayınlamaktadır. Bu çalışmada derin denizlerde yapılan madencilik faaliyetlerinin deniz güvenliğine etkileri incelenmiştir. Çevresel etkiler, olası çatışma bölgeleri ve deniz güvenliğine yönelik diğer tehditler literatür taraması yapılarak ortaya konulmuştur. Daha sonra ise bu tehditlerin önem dereceleri tespit edilmiştir. Oldukça yeni bir alan olan deniz madenciliği faaliyetleri giderek yaygınlaşıyor, fakat ön işletim maliyeti, teknik zorluklar ve piyasa değişkenliği gibi zorluklarla karşı karşıyadır. Son dönemde artan deniz madenciliği yarışı yeni jeopolitik gerilimler yaratmaya aday olduğu gibi denizlerdeki madenciliğin geleceği, hem teknolojik gelişmelere hem de çevresel ve etik standartların nasıl şekillendiğine bağlı olarak değişecektir. Derin deniz madenciliğinde hali hazırdaki ülkeler arası alan hâkimiyeti yarışı, insanlığın ortak mirası olarak kabul edilen açık deniz alanlarında rekabetten çok işbirliği ve uyum getirmeye bir vesile olabilir. Derin deniz madenciliğinin (DSM) ortaya çıkışı, özellikle ülkeler değerli deniz kaynaklarına erişimi güvence altına almak için rekabet ederken, önemli jeopolitik boyutlar ortaya çıkarmaktadır. Kobalt, nikel ve nadir toprak elementleri gibi deniz dibi mineralleri için yapılan bu yarış, münhasır ekonomik bölgeler (MEB'ler), bölgesel anlaşmazlıklar ve uluslararası sulardaki yönetişim zorluklarıyla kesiştiği için deniz güvenliği üzerinde geniş kapsamlı etkilere sahiptir. DSM, hammaddelere yönelik artan küresel talebe potansiyel bir çözüm sunarken, kaynak mülkiyeti, deniz egemenliği ve uluslararası hukukun uygulanmasına ilişkin kritik soruları da gündeme getirmektedir. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (UNCLOS) uyarınca, kıyı devletleri, kıyılarından 200 deniz miline kadar uzanan MEB'leri içinde yer alan kaynaklar üzerinde egemenlik haklarına sahiptir. Bu yasal çerçeve, kaynak zengini ülkeleri, deniz yatağı faaliyetleri üzerindeki yargı yetkisinin nispeten açık olduğu MEB'leri dahilinde DSM çabalarını yoğunlaştırmaya teşvik etmiştir. Ancak, deniz sınırlarının çakıştığı alanlarda, özellikle de Güney Çin Denizi gibi tartışmalı bölgelerde anlaşmazlıklar ortaya çıkmaktadır. Örneğin, Çin, Filipinler ve Vietnam arasında deniz yatağı kaynakları üzerindeki ihtilaflı hak iddiaları, ülkeler bir yandan karasal egemenliklerini savunurken diğer yandan DSM'nin sunduğu ekonomik fırsatlardan faydalanmaya çalıştıkları için gerilimin artmasına neden olmuştur. Dahası, ülkeler deniz yatağındaki mineralleri sadece ekonomik bir varlık olarak değil aynı zamanda bir ulusal güvenlik meselesi olarak algıladıklarından, DSM beklentisi MEB'lerin stratejik önemini artırmıştır. Bu kaynaklar üzerindeki kontrol, devletlerin yenilenebilir enerji ve yüksek teknoloji üretimi de dahil olmak üzere kritik endüstriler için tedarik zincirlerini güvence altına almalarını ve böylece jeopolitik etkilerini güçlendirmelerini sağlar. Pasifik ada devletleri gibi geniş MEB'lere sahip daha küçük veya gelişmekte olan ülkeler, daha büyük ve teknolojik açıdan daha gelişmiş güçlere karşı deniz haklarını savunmakta zorluklarla karşılaşabilirler. MEB'lerin ötesinde, derin deniz madenciliği egemenliğin tartışmalı olduğu ve deniz sınırlarının tanımlanmadığı bölgelerde de gerilimleri artırmaktadır. Kuzey Kutbu, Güney Çin Denizi ve Hint Okyanusu gibi bölgeler, zengin deniz yatağı yatakları ve stratejik önemleri nedeniyle kilit jeopolitik sıcak noktalar olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin Kuzey Kutbunda eriyen buzullar kullanılmayan maden rezervlerini ortaya çıkardıkça, Rusya, Kanada ve Norveç gibi Kuzey Kutbu ülkeleri deniz yatağı bölgeleri üzerinde kontrol sahibi olmak için rekabet etmektedir. Birleşmiş Milletler Kıta Sahanlığı Sınırları Komisyonu'na (CLCS) sunulan birbiriyle örtüşen hak talepleri, bu kaynaklardan yararlanma hakkının kimde olduğu konusunda anlaşmazlıklara yol açmıştır. Bir diğer örnek olan Güney Çin Denizi ise bölge, DSM ve jeopolitik çatışmanın kesiştiği noktayı örneklemektedir. Çin'in yapay adalar inşa etmesi ve deniz alanları üzerindeki geniş iddiaları komşu devletlerle gerilimi tırmandırmış ve uluslararası deniz hukukunu baltaladığı gerekçesiyle eleştirilere neden olmuştur. Bölgenin mineral zengini deniz yatağı yatakları ve küresel ticaret için stratejik konumu, onu DSM ile ilgili anlaşmazlıklar için bir odak noktası haline getirmektedir. Başka bir potansiyel anlaşmazlık noktası olmaya aday görünen bölge ise Hint okyanusudur. Burada DSM, korsanlık ve düzensiz balıkçılık gibi mevcut deniz güvenliği sorunlarına başka bir karmaşıklık katmanı getirmektedir. Deniz yatağı madenciliğine artan ilgi Hindistan, Çin ve Avustralya gibi bölgesel güçler arasındaki rekabeti daha da yoğunlaştırmaktadır. Bu anlaşmazlıklar, özellikle ulusal çıkarların çatıştığı bölgelerde, deniz yatağı kaynakları üzerinde yetki tanımlamanın zorluklarının altını çizmektedir. Etkili bir uluslararası yönetişim olmadan, DSM arayışları jeopolitik rekabetleri şiddetlendirebilir ve bölgesel istikrarı baltalayabilir. Derin deniz madenciliği faaliyetlerinin önemli bir kısmının, UNCLOS kapsamında "Alan" olarak belirlenen uluslararası sularda gerçekleşmesi beklenmektedir. Uluslararası Deniz Yatağı Otoritesi (ISA), bu bölgelerdeki DSM'yi düzenlemek, faaliyetlerin bir bütün olarak insanlığa fayda sağlamasını ve çevresel sürdürülebilirlik ilkelerine bağlı kalmasını sağlamakla görevlidir. Ancak bu yönetişim çerçevesi, sınırlı uygulama kabiliyeti ve faydaların gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında eşitsiz dağılımı nedeniyle eleştirilere maruz kalmaktadır. Küresel müştereklerde DSM'nin kâr ve çevresel sorumluluklarının paylaşımı için evrensel olarak kabul edilmiş bir çerçevenin olmaması, ülkeler ve özel şirketler arasında "dibe doğru bir yarış" yaratma riski taşımaktadır. Örneğin, teknolojik olarak gelişmiş ülkelerin DSM operasyonlarına hakim olması ve deniz dibi kaynaklarını keşfetme veya kullanma kapasitesi sınırlı olan daha az gelişmiş ülkeleri bir kenara itmesi muhtemeldir. Bu dengesizlik ekonomik ve siyasi marjinalleşmeye yol açarak kaynak dağılımı konusunda küresel gerilimleri artırabilir. Bu zorluklara rağmen, deniz yatağı kaynakları için artan rekabet uluslararası işbirliği için bir fırsat sunmaktadır. UNCLOS'ta ana hatlarıyla belirtildiği üzere okyanusun "insanlığın ortak mirası" olduğu kavramı, DSM'ye yönelik işbirliğine dayalı yaklaşımların teşvik edilmesi için bir çerçeve sunmaktadır. Ortak keşif projeleri ve kaynak paylaşım anlaşmaları gibi çok taraflı girişimler, sürdürülebilir kalkınmayı teşvik ederken çatışma riskini azaltabilir. Ayrıca, ülkeler arasındaki teknolojik ortaklıklar, kaynak çıkarma ve çevre koruma gibi ikili zorlukların üstesinden gelebilir. Örneğin, Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) veya Arktik Konseyi gibi bölgesel örgütler ve ittifaklar, anlaşmazlıklara arabuluculuk etmede ve DSM için ortak kılavuzlar oluşturmada önemli bir rol oynayabilir. Derin deniz madenciliğinin jeopolitik etkileri, ulusal çıkarları küresel sorumluluklarla uzlaştıran dengeli bir yaklaşıma duyulan ihtiyacın altını çizmektedir. Uluslararası toplum diyalog, şeffaflık ve adil kaynak paylaşımına öncelik vererek bir yandan DSM ile ilgili riskleri azaltabilir, diğer yandan da DSM'nin ekonomik büyüme ve teknolojik yenilik yaratma potansiyelinden yararlanabilir. Dolayısıyla DSM ve deniz güvenliğinin kesişimi, 21. yüzyılda hem küresel işbirliği hem de rekabet için kritik bir sınırı temsil etmektedir.