LEE- Çevre Bilimleri Mühendisliği ve Yönetimi Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Yazar "Arıkan, Osman Atilla" ile LEE- Çevre Bilimleri Mühendisliği ve Yönetimi Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeAntarktika'daki araştırma istasyonlarının çevresel açıdan değerlendirilmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022-11-18) Erişmiş, Şeyda Nur ; Arıkan, Osman Atilla ; 501181759 ; Çevre Bilimleri, Mühendisliği ve YönetimiAntarktika, Güney Yarım Küre'nin en güneyinde bulunan ve yaklaşık ~14 milyon km² alana sahip Güney Kutbu'nu içeren kıtadır. Güney Kutbu'nda yeryüzünün en soğuk ve en fırtınalı iklimi egemendir. Ortalama sıcaklık yaz aylarında -20 °C'dir. Antarktika'yı ortalama 2 km kalınlığında büyük bir buz katmanı örter. Bu buz kütlesi 24 milyon km³'lük hacmi ile yeryüzündeki bütün buzların %92'sini oluşturmaktadır. 20. yüzyılın sonundan bu yana ortaya çıkan küresel ölçekte çevresel değişikliklerin insan yaşamı için oluşturduğu tehdit, Antarktika'nın el değmemiş çevresini koruma ihtiyacını ve bölgedeki bilimsel araştırmaların önemini arttırmıştır. Antarktika, diğer bölgelerle enerji ve element alışverişi yoluyla küresel iklim sistemini düzenlediğinden iklim değişikliğinin ilk belirtilerini gözlemlemek için benzersiz bir bakış açısı sağlamaktadır. Kutup buzullarında Dünya'nın geçmişinin korunmuş koşulları, mevcut iklim sistemini anlamak ve gelecekteki değişiklikleri daha iyi tahmin etmek için önemli ipuçları vermektedir. Bilimde ilerlemeyi hedefleyen ülkeler Antarktika'da bilimsel programlar yürütmekte, kıtada araştırma istasyonları kurmaktadır. Tüm insanlığın bilimsel çalışmalarına açık olan Antarktika, günümüzde 80'i aşan araştırma istasyonuna (30'dan fazla ülkenin) ev sahipliği yapmaktadır. Antarktika'nın yaz nüfusu yaklaşık 5000 kişidir. Ancak bu, uzun, karanlık ve soğuk kış aylarında 1000 kişiye kadar düşmektedir. Türk bilim insanlarının çok taraflı işbirliği çerçevesinde Antarktika'daki çalışmaları 1960'lı yılların ortalarında başlamıştır. 2017 yılına kadar Türk araştırmacılar, bilimsel çalışmalar yapmak üzere Fransa, İtalya, Almanya, Japonya, Ukrayna, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi diğer ülkelerin keşif gezilerine katılmışlardır. Türkiye tarafından 2017-2022 yıllarında Türk Antarktika Seferleri gerçekleştirilmiştir. Türkiye, 2019 yılında Antarktika Yarımadası'nın batı kıyısındaki Marguerite Körfezi'nde bulunan Horseshoe Adası'nda 2018-2022 yılları arasında hizmet verecek üç modülden oluşan bir Geçici Bilimsel Araştırma Kampı konuşlandırmıştır. 2021 yılında ise aynı adada Türk Antarktika Araştırma İstasyonu'nun kurulması ile ilgili kapsamlı Çevresel Etki Değerlendirmesi raporu sunulmuştur. Antarktika hem iklim koşulları açısından hem de tüm dünyanın korunması konusunda büyük çaba gösterilen hassas bir bölgedir. Böyle bir bölgede planlanan araştırma istasyonları hem zorlu kış koşullarında inşaat ve işletme açısından, hem de halihazırda dünyanın en el değmemiş doğasının ve canlı türlerinin korunması açısından özel tasarım ve lojistik gibi kapsamlı çalışmaların yapılmasını gerektirmektedir. Özellikle son yıllarda inşa edilen araştırma istasyonları yeni teknolojileri de içerecek şekilde planlanmaktadır. Bu araştırma istasyonlarından elde edilen tecrübeler Antarktika'da yeni kurulacak araştırma istasyonlarının planlanması, inşaatı ve işletmesinde önem taşımaktadır. Bu çalışmada, Antarktika'da yeni kurulacak araştırma istasyonlarının planlanması, inşaatı ve işletmesinde kullanılabilecek veya geliştirilebilecek çevresel açıdan önemli tasarımların ve teknolojilerin ortaya konması amaçlanmıştır. Bu amaçla Antarktika'da faaliyet gösteren nispeten yeni (son 20 yılda planlanan) ve Antarktika'nın farklı noktalarında yer alan yedi ülkenin (Belarus, Çin, Güney Kore, Hindistan, Birleşik Krallık, Belçika, Almanya) araştırma istasyonları tasarım ve yerleşim planı, lojistik, enerji temini, su temini ve atıksu yönetimi, atık yönetimi, yakıt depolama ve çevresel etkilerin değerlendirilmesi konularında incelenmiştir. Ayrıca Antarktika'da kurulması planlanan Türkiye Araştırma İstasyonu için yapılan planlamalar da ortaya konmuştur. Söz konusu araştırma istasyonlarının kapsamlı Çevresel Etki Değerlendirmesi raporları ile bu istasyonlara ait internet sayfaları, bilimsel yayınlar ve videolar incelenmiştir. Çalışma sonuçlarına göre; incelenen araştırma istasyonlarında, mevsimlik veya yıllık konaklamalı, genellikle 20-25 yıllık tasarım ömrü olan, çevreye olan etkisinin azaltılması amacıyla taban alanı düşük, kar nedeniyle genellikle yerden yükseltilmiş, inşaat ve lojistik kolaylığı nedeniyle modüler sistemler kullanılmaktadır. İstasyon inşaatları, çalışmalar için havanın nispeten daha iyi olduğu Antarktika yaz aylarında genellikle iki veya üç yılda tamamlanabilmektedir. İnşaat ve işletme için malzeme ve personel genellikle gemi veya hava yoluyla Antarktika'ya getirilmekte, denizden karaya ulaşım ise mavna veya helikopterle yapılmaktadır. Son yıllarda enerji temininde güneş ve rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının daha fazla kullanımı ön plandadır. Ancak bu enerjilerin yetmediği durumlarda ve yedek olarak dizel jeneratörler hala enerji temininde yaygın olarak tercih edilmektedir. Planlamalarda ayrıca acil durum enerji ihtiyacı için ilave jeneratörler bulundurulmaktadır. Jeneratörde yakıt olarak genellikle Antarktika dizeli kullanılmakta, yakıtlar geçirimsiz, çift cidarlı, izleme sistemi olan yakıt tanklarında depolanmaktadır. Yakıt sızıntısı ve dökülmelerine karşı Acil Müdahale Planları bulunmaktadır. İncelenen araştırma istasyonlarında su temini için daha çok deniz suyu veya kar/buz eritme kullanılmaktadır. Deniz suyunun arıtımında ters ozmoz tercih edilmektedir. Atıksuların yönetiminde siyah ve gri su ayrımı, geri kazanım ve ileri arıtma uygulanmaktadır. Atık yönetiminde atıkların türlerine göre kaynağında ayrılması, evsel ve tehlikeli atıkların Antarktika dışına çıkarılması yanında, organik evsel atıklar ve çamurların istasyonda yakılması da yapılmaktadır. Çevresel etkilerin belirlenmesi için emisyonlar, gürültü, atıksu deşarjları, atıklar, vb. için hesaplamalar, ölçüm ve modelleme vb. çalışmaları yapılmıştır. Antarktika için geçerli uluslararası kriterler olmadığı için genellikle ulusal standartlar dikkate alınmaktadır. Araştırma istasyonlarının inşaat ve işletme faaliyetlerinin çevresel etkileri olasılık, kapsam, süre ve önemine göre matris halinde verilmiş, ayrıca söz konusu etkileri azaltıcı önlemler ortaya konmuştur. Antarktika'nın doğal ortamını korumak ve faaliyetlerin etkilerini takip etmek için kapsamlı izleme programları planlanmıştır. Kurulması planlanan Türkiye Antarktika Araştırma İstasyonu için, incelenen ülkelerin istasyonlarındaki çevresel iyi uygulama örneklerinin dikkate alındığı, istasyonun inşaat ve işletme aşamasındaki çevresel etkilerinin azaltılmasına yönelik planlamaların yapıldığı değerlendirilmiştir. Bununla birlikte istasyonun faaliyeti öncesinde, önerilen saha ve çevresine yönelik mevcut duruma yönelik verilerin mümkün olduğunca fazla olması planlamaların daha iyi yapılmasına, inşaat ve işletmenin çevresel etkilerinin daha da azaltılmasına imkan verecektir. Bu nedenle sonraki yıllarda yapılacak Antarktika seferlerinde bu çalışmalara yönelik faaliyetlerin planlanması ve daha fazla veri toplanması önem taşımaktadır. Halihazırda Antarktika'da SCAR ve COMNAP gibi uluslararası organizasyonlar bulunmakla birlikte, bunların Antarktika'nın korunmasında yeterli oldukları düşünülmemektedir. Bu nedenle Antarktika'da üssü olan ülkelerin yer aldığı, Birleşmiş Milletler Çevre Programı vb. uluslararası kurumların da olacağı bir Antarktika Yönetim Biriminin oluşturulması önerilmektedir. Bu birim Antarktika için ortak standartlar (emisyon, gürültü, deşarj, vb. için) belirleyebilir ve bağımsız ortam izleme çalışmaları yürütebilir. Ayrıca yapılan izleme çalışmaları verilerinin toplandığı, takip edildiği, şeffaf ve web tabanlı bir yönetim sistemi kurabilir. Denetimin esası olan izlenebilirliğin sağlanması ile uygun olmayan uygulamaların önüne geçilebilir. Ayrıca özellikle son yıllarda ciddi şekilde artan Antarktika'ya turistik seferlerin sınırlandırılması da gerekmektedir.
-
ÖgeApplication of different strategies to improve anaerobic digestion for organic fraction of municipal solid waste(Graduate School, 2024-06-24) Kabakcı, Yağmur ; Arıkan, Osman Atilla ; Üçtuğ, Fehmi Görkem ; 501152707 ; Environmental Sciences, Engineering and ManagementMunicipal Solid Waste (MSW) management is a worldwide issue with significant effects on public health, community welfare, environmental sustainability, and economic progress which includes items like packaging, food scraps, newspapers, and more, coming from homes, businesses, and industries. Effective MSW management is vital for sustainable urban development, emphasizing waste segregation, recycling, and treatment to minimize landfill reliance and harness waste-to-energy technologies. Tailoring waste management systems to local contexts is crucial, considering factors like waste composition and financial resources. From this perspective, this thesis focused on the characterization of MSW and increasing biogas production by applying different pretreatment strategies to organic fraction of MSW (OFMSW). Due to increasing population worldwide, it is essential to understand the MSW characteristics to apply efficient waste management strategies. The organic fraction of MSW (OFMSW) holds potential for energy recovery through anaerobic digestion (AD), offering municipalities economic opportunities besides environmental benefits. In the first study, waste composition and physiochemical of the mechanically separated OFMSW (ms-OFMSW) at a full-scale AD plant in Türkiye was evaluated. ms-OFMSW predominantly comprised of organic matter (76.45 ± 1.71%), alongside recyclable (8.99 ± 1.56%) and non-recyclable (14.56 ± 1.69%) components according to the findings of this study. Environmental assessment was conducted using Environmental Protection Agency's online tool (Recyculator tool) underscored the substantial energy and water savings associated with segregating recyclable materials (metal, glass and plastic) from the waste stream. Moreover, this study highlighted the importance of efficient pre-separation units in enhancing OFMSW digestibility and maximizing environmental benefits. AD is recognized as an effective waste management strategy for different types of waste with the potential to mitigate greenhouse gas emissions (GHGs) while concurrently generating renewable energy. The physicochemical characteristics of OFMSW can significantly influence the AD process's efficiency and biogas production. Hydrolysis, a pivotal step in AD, is often rate-limiting for degradation of waste, particularly for substrates like OFMSW. In the second and third studies, electrohydrolysis and enzyme pretreatment were explored to improve hydrolysis efficiency. Experiments showed that doubling electrohydrolysis treatment time (from 30 minutes to 60 minutes) led to notable improvements in methane production, with a significant reduction in the lag phase. Methane production increased by 3–10% following electrohydrolysis pretreatment, underscoring its potential to expedite the AD process and enhance biogas yields. While in the enzyme pretreatment, anaerobic degradation of organic waste was investigated by employing alpha amylase enzyme which was obtained from Aspergillus oryzae. According to the results, a significant increase in the methane yield and a decrease in the lag phase was observed. Optimum results were obtained with the addition of 0.5 mg of enzyme per g volatile solids (VS) added, highlighting the effectiveness of alpha amylase in enhancing the biodegradability and biogas production of OFMSW. In summary, this thesis sheds light on the importance of understanding and managing OFMSW characteristics to optimize AD efficiency and maximize environmental benefits. Efficient pre-separation units, electrohydrolysis and enzyme pretreatment emerge as promising strategies for enhancing OFMSW digestibility and biogas production in AD processes. However, further research is warranted to fully explore and optimize these approaches for practical implementation on a larger scale. By leveraging these advancements, the waste management sector can move towards more sustainable practices, reducing environmental impact and contributing to the transition to a circular economy.
-
ÖgeAvrupa'daki depozito yönetim sistemi uygulamalarının incelenmesi ve zorunlu depozito yönetim sisteminin Türkiye'de uygulanmasına yönelik öneriler(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-10) Mısır, Aybike ; Arıkan, Osman Atilla ; 501191743 ; Çevre Bilimleri, Mühendisliği ve YönetimiKaynakların giderek azalması, atık miktarının ivmeli bir şekilde artışı, üretim maliyetlerinin artması sebebiyle her geçen gün daha sürdürülebilir üretim ve tüketim modelleri oluşturulmaya başlanmaktadır. Bu model arayışı, yalnızca kaynağa erişim zorluğu veya yüksek maliyetler sebebiyle olmamakta, aynı zamanda iklim değişikliğine karşı mücadele edilmesi, çevrenin ve doğal kaynakların korunması için de bir gereklilik arz etmektedir. Bu noktada özellikle kullanılmış ambalajların ikincil hammadde olarak değerlendirilmeyip diğer atıklarla karıştırıldığı zaman atık niteliği kazandığını vurgulamak gerekmektedir. Bu durumda döngüsel ekonomi prensiplerini benimseyen atık yönetimi ön plana çıkmakta olup, bu yönetim modeli ürünün üretiminden tüketimine ve nihayetinde atık oluşumuna kadar olan sürecinin mümkün olduğunca kapalı bir döngü olarak kalmasını amaçlamaktadır. Bu sayede atığın aynı ürünün üretimine hammadde olarak geri dönmesi hedeflenmektedir. Bu yaklaşım, kullanılmış ambalajların kaynağında temiz bir şekilde ayrıştırılıp toplanmasıyla mümkündür. Kullanılmış ambalajlar, diğer atıklarla karışmadan temiz bir şekilde toplandığında ekonomik değerini korur ve üretim sürecine tekrar kazandırılarak kaynak olarak kullanılabilir. Döngüsel ekonomi modeli, gün geçtikçe daha fazla öne çıkarken, mevcut koşullar, tüketim alışkanları ve bir dizi diğer nedenlerden dolayı döngüsel bir modele geçiş zor olabilmektedir. Hammadde çıkarımındaki artışın döngüsellik düzeyini azalttığı vurgulanmakta olup, küresel ekonominin döngüsellik oranının 2018'de %9,1'den 2020'de %8,6'ya gerilediği ve 2023'te daha da azalarak %7,2 seviyelerine düştüğü gözlemlenmektedir. Yine de ülkelerin döngüselliğe geçiş konusunda her geçen gün daha fazla aksiyon aldıkları yadsınamaz bir gerçektir. Ülkemizde 2021 yılında yayınlanan Yeşil Mutabakat Eylem Planı, ülkemize özgü Döngüsel Ekonomi Eylem Planı'nın hazırlanacağına dair bir hedef belirtmektedir. Ayrıca, plan içerisinde iklim değişikliği, karbon düzenlemesi, sürdürülebilir tarım, akıllı ulaşım ve yeşil finansman gibi konulara da vurgu yapılmıştır. Yeşil Mutabakat Eylem Planı kapsamında 2022 yılında yayınlanan Yeşil Mutabakat Çalışma Grubu Yıllık Faaliyet Raporu'nda, iklim değişikliği ile mücadele çerçevesinde İklim Kanunu taslağı hazırlandığı ve bu taslak ile iklim değişikliği ile mücadele için gerekli planlama ve uygulama araçlarının yasal dayanağının oluşturulduğu vurgulanmıştır. Bu rapor, ülkedeki yeşil ve sürdürülebilir girişimlere dair detaylı bilgiler içermektedir. 2021 yılı Ekim ayında Paris Anlaşması'nın onaylanmasıyla, ülkemizde iklim değişikliği ile mücadele stratejilerine kararlılıkla yaklaşıldığı ve gerekli aksiyonların hızlı bir şekilde alınacağı ifade edilmiştir. Paris Anlaşması, iklim değişikliği ile mücadele konusunda önemli bir dönemeçtir ve iklim değişikliğine dirençli kalkınma doğrultusunda finans akışlarının oluşturulmasına yönelik hedefler içermektedir. Ülkemizde döngüsel ekonomiye geçiş konusunda ulusal ölçekte atılan en önemli adımlardan biri Zorunlu Depozito Yönetim Sistemine geçişe karar verilmesidir. Bu doğrultuda gerekli mevzuat altyapısı oluşturulmuş olup, sistemin denetlenebilir, iyileştirilebilir ve sürdürülebilir bir şekilde uygulanması için Türkiye Çevre Ajansı kurulmuştur. Türkiye Çevre Ajansı'nın Depozito Yönetim Sistemine ilişkin sorumlulukları haricinde çevrenin iyileştirilmesi, kamuoyunda çevreye dair duyarlılık oluşturulması, geri kazanılabilir ürünlerin ülke ekonomisine kazandırılması, sıfır atık yönetim sisteminin uygulanmasına katkı sağlanması gibi alanlarda da sorumlulukları bulunmaktadır. Zorunlu Depozito Yönetim Sistemi kapsamında, ambalaj atıkları içinde çevre kirliliğini yaratan en görünür atıklardan biri olan içecek ambalajları kapalı döngü bir sistemde yönetilmiş olacaktır. Sahiller, denizler, park ve bahçeler başta olmak üzere bu atıklara baktığımız her yerde rastlamak mümkündür. Üstelik hızlı tüketim ürünleri grubunda yer alan içecekler, günlük yaşamın her yerinde sıklıkla tüketilmekte olduğundan bu ürünlerin atık haline gelen ambalajlarının da etkin ve verimli bir şekilde yönetilmesinin zorunluluk olduğu düşünülmektedir. Sıfır Atık Yönetimi anlayışıyla önemi daha da vurgulanan kaynağında ayrı toplama uygulamalarıyla, ambalajların kaynak olarak değerlendirilmesi sağlanmakta olup, içecek ambalajları özelinde gerek temiz toplanma gerekse yüksek geri dönüşüm hedeflerine ulaşma noktasında depozito yönetim sistemi ön plana çıkmaktadır. Günümüzde Avrupa'da 14 ülkede depozito yönetim sistemi bulunmaktadır. Depozito yönetim sistemi farklı ülkelerde üç yönetişim modeli üzerinden kurgulanmıştır: Kamu tarafından yürütülen sistem, piyasaya sürenlerin ağırlıkta olduğu, ilgili diğer sektör paydaşlarının da dahil olduğu kar amacı gütmeyen kuruluşlar tarafından yürütülen sistem (Genişletilmiş Üretici Sorumluluğu Modeli) ve kamu ile özel sektörün bir araya gelmesiyle yürütülen sistem. Depozito yönetim sisteminin sürdürülebilir şekilde yönetilmesi için yönetişim modelinin doğru oluşturulması gerekmektedir. Bu noktada yukarıda bahsedilen üç model arasından birbirinin alternatifi olarak değerlendirilebilecek iki model öne çıkmaktadır. Bunlar kar amacı gütmeyen kuruluş modeli ve kamu-özel işbirliği ile kurulan yapı üzerinden kurgulanan modeldir. En iyi kurgulanmış sistemin bile veri takibi olmadan yönetilebilir olması mümkün değildir. Sistem dahilindeki tüm paydaşların, süreçlerin ve verilerin merkezi bir sistem üzerinden izlenebilmesi ve yönetilmesi kritik olup Türkiye Zorunlu Depozito Yönetim Sistemi bu konuda da ön plana çıkmaktadır. Ülkemizde tüm sistem merkezi bir veri tabanı üzerinden yürütülmek üzere kurugulanmıştır. Bunun yanı sıra sistemi aldatmaya yönelik girişimlerin önlenmesi için tercih edilen güvenlik yöntemlerinden olan ve kapsam dahilindeki ambalajları etiketleme ve işaretlemede kullanılan özel mürekkep, ülkemiz uygulamasında tercih edilmiştir. Avrupa genelinde sistemi uygulayan ülkelerde toplama oranı ortalama olarak yaklaşık %90 seviyelerine kadar ulaşmış olup en az toplama oranı ise %70 seviyelerindedir. Sistemin ana prensibi tüketicilerden ürün fiyatına ek olarak belirli bir depozito bedeli alınması ve oluşturulan iade noktalarına getirilen depozitolu boş ambalaj başına söz konusu depozito bedelinin tüketiciye iade edilmesidir. Sistem kapsamındaki ürün ve ambalaj grupları, depozitolu ambalajların işaretlenmesi, sistemin uygulama esaslarına ilişkin düzenlemeler ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Döngüsel ekonomi, sürdürülebilir atık yönetimi, iklim değişikliği konularında dünyadaki gelişmelerin yakından takip edildiği ülkemizde, zorunlu depozito yönetim sistemine geçişe dair yasal düzenlemeye 2018 yılında 2872 sayılı Çevre Kanunu'nda yer verilmiştir. Sistemin sürdürülebilir bir şekilde hayata geçirilmesi için 2020 yılında kurulan ve Sistem Yöneticisi olarak görevlendirilen Türkiye Çevre Ajansı Türkiye'de Zorunlu Depozito Yönetim Sistemi'nin kurulmasına dair çalışmalara hızla başlamıştır. Zorunlu Depozito Yönetim Sistemine geçiş çalışmaları 2022 Ocak ayı itibariyle başlatılmış olup sistemin altyapısının kurulmasına ilişkin süreçler devam etmektedir. Sistemin tüm ülkede zorunlu hale getirilmesinden önce sahada uygulama örneklerinin görülmesi, vatandaşın sisteme dair bilgilendirilmesi ve farkındalığının artırılması için hayata geçirilmesi planlanmış pilot ölçekte uygulamalar, halihazırda Ankara'nın Kızılcahamam İlçesi'nde ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın ana hizmet binasında yapılmaktadır. Bu uygulamaların giderek yaygınlaştırılması hedeflenmektedir. Zorunlu Depozito Yönetim Sistemi'ne ilişkin düzenlemelere Türkiye Çevre Ajansı tarafından yayımlanan Zorunlu Depozito Yönetim Sistemi Uygulamalarına İlişkin Usul ve Esaslar'da yer verilmiştir. Zorunlu Depozito Yönetim Sistemi, iki ana operasyon üzerinden yönetilecek şekilde tasarlanmıştır. İlk aşama, Depozito Bilgi Yönetim Sistemi'nin kurulumu ve işletilmesini içermekte olup, bu aşamada kapsamdaki ambalajların özel mürekkep operasyonlarıyla etiketlenmesi ve işaretlenmesi gerçekleştirilmektedir. İkinci aşama ise depozitolu boş ambalajlar için iade noktalarının oluşturulmasını, tüketiciden iade alınan ambalajların işlemlerini ve bu ambalajların doğrulanarak geri kazanım tesislerine taşınmasını içermektedir. Birinci faza dair çalışmaların büyük ölçüde tamamlanmış olup depozito logolu ürünler piyasada yer almaya başlamıştır. İkinci faz kapsamında olan ve tüketicilerden depozitolu boş ambalajların alınacağı iade noktalarının oluşturulması ve işletilmesini kapsayan çalışmaların da devam ettiği bilinmektedir. Ülkemizde, zorunlu depozito yönetim sistemi sayesinde elde edilmesi öngörülen çevresel ve ekonomik faydalara dair hesaplamalar yapılmıştır. Ekonomik fayda; Yerel yönetimlerin atık bertaraf maliyetindeki azalma kaynaklı fayda; Materyalin ekonomik değerinin artması kaynaklı fayda; Denizlerdeki plastik kirliliğinin azalması kaynaklı fayda; Birincil hammadde yerine geri dönüştürülmüş malzeme kullanılması ile kaynak tasarrufu; Ürünlerin üretiminde geri dönüştürülmüş malzeme kullanılması ile enerji tasarrufu olmak üzere beş başlık halinde incelenmiştir. Hesaplamalar neticesinde Zorunlu Depozito Yönetim Sistemi çerçevesinde %90 toplama hedefine ulaşıldığında, yıllık ortalama 183,4 milyon EUR ekonomik faydanın elde edileceği ve ambalajların geri dönüşümü sayesinde yıllık olarak 351.000 ton CO2 eşdeğerinde emisyon azaltımı sağlanacağı sonucuna ulaşılmıştır. Bu hesaplamada yer alan parasal değerlere ek olarak, çevre temizliği, atık ithalatında azalma gibi bu çalışmada hesaplanmayan diğer faydalar da düşünüldüğünde, sistemin ülkemize çevresel ve ekonomik anlamda büyük katkı sağlayacağı açıkça görülmektedir.
-
ÖgeEnvironmental and economic assessment of zero waste management(Graduate School, 2023-12-08) Maçin, Kadriye Elif ; Arıkan, Osman Atilla ; Damgaard, Anders ; 501172716 ; Environmental Sciences Engineering and ManagementThe waste management (WM) approach for the protection of resources known as "zero waste" (ZW) has become popular in recent years. A number of measures have been taken and facilities have been installed to facilitate improved management of municipal solid waste (MSW). ZW to landfill targets have gained significant traction worldwide, including in Turkiye. The aim of this thesis is to assess the environmental and economic results of WM pathways within the context of an increasingly applied ZW approach.This study evaluates the sustainability of municipal solid WM through the ZW goal on multiple scales (Istanbul and Ayazağa Campus). The thesis provide a framework that enables institutions to develop a goal-oriented WM strategy using material flow analysis (MFA) and life cycle assessment (LCA). In addition to presenting the framework, a case study was conducted on a campus scale by using primary and secondary data. The framework assumes that no prior data is available, and the study will begin by collecting primary data on campus. For providing primary data; waste characterization and recycling potential of the Istanbul Technical University (Turkiye) Ayazağa Campus before (2019) and after (2022) the ZW management strategy the campus was divided into four distinctive groups, which are (i) academic (ii) administrative (iii) residential/dormitory and (iv) cafeteria. First, initial field study was conducted afterwards (for waste characterization and recycling potential), the new containers were placed. Students and campus personnel have been trained in within the scope of ZW management practices through both in-person and online seminars. The final phase of the study, the second field work, was completed. The results demonstrate that the waste generation rate in the pilot areas fluctuates between 0.045-0.190 kg/cap/day, but it decreases to 0.011-0.117 kg/cap/day in the second field study. The first field study had a potential recycling rate of 76.3%, but then it dropped to 68.2% in the second study. The MFA results indicate that landfill diversion ranges between 29.8% to ~99-100%, some residuals or ash from the incineration plant will still be disposed in landfill. Furthermore, simply diverting waste from landfill does not necessarily lead to circularity or directly address sustainable consumption and public attitudes towards ZW goals. The study framework aims to address potential challenges in campus-based, goal-oriented WM studies. Future case studies from other institutions and their campuses could help validate and improve this methodology. Based on the Ayazağa waste characterization results, the efforts to establish a ZW management system also led to a reduction in waste generation and increase in recycling performance. However, further studies are still required to assess the ZW's public awareness activities. In addition, a case example was developed based on ITU Ayazağa campus, Turkiye, with annual separated food waste of 577 tonne per year to provide a more circular and decarbonised economy. A LCA was conducted using the EASETECH software. Four scenarios were evaluated: anaerobic digestion, composting, incineration, and landfill. Of these, incineration resulted in the highest CO2-eq savings (-192 kg CO2-eq/tonne FW), but lacked decoupling and circularity of resources. Conversely, anaerobic digestion demonstrated the highest circularity and lowest toxicity. Based on these findings, anaerobic digestion was selected for further investigation. Economic transactions for the anaerobic digestion system's business models were analysed,including revenues, municipality fees and operating costs. The new economic model is expected to align with circular economy strategies and promote stakeholder collaboration as a significant social outcome.
-
ÖgeSustainable waste management in universities: The case of İstanbul Technical University(Graduate School, 2024-06-24) Aykut Dodak, Ezgi ; Arıkan, Osman Atilla ; 501201716 ; Environmental Sciences, Engineering and ManagementToday, rapid urbanization, industrialization and the high demands placed on limited resources by a growing population have led to an increase in the amount of waste generated on a global scale, which has made efficient waste management (WM) a major issuee. Effective solid WM is aimed to protect the environment and human health through the minimization of waste generation and the recycling of wastes. Studies on university campuses deserve more attention since a significant amount of solid waste is generated due to their large population and the variety of activities taking place on the campus. In addition, WM is critical for universities with the goals of achieving sustainable and green campuses. To achieve these goals, recycling activities must be maximized and the amount of waste sent to final disposal must be reduced to a minimum as much as possible. Universities play an important role in creating sustainability and reducing their environmental impact. Istanbul Technical University (ITU) adopted the concept of a green campus. The Green Campus project started in 2013. The project aimed to raise awareness of the need for respect for people and the environment through the protection of natural life. This approach has recently been transformed into a sustainable campus concept. In 2021, the Sustainability Office was established with a series of committees working on seventeen Sustainable Development Goals (SDGs). Since different types of waste are generated in the different building units of the campus, depending on the consumption, it is necessary to make suggestions by identifying the current situation. The thesis aims to determine waste generation and waste characterization of the wastes generated in ITU Ayazağa campus through a waste amount study and to establish sustainable waste management (SWM) by preventing wastes from going to landfill. In this regard, a one-week (Monday to Saturday) field study was conducted in May 2022 and recommendations for SWM were provided. ITU has been using a dual collection system for recyclable and non-recyclable wastes since 2013. In 2019, SWM practices were started on the campus. As a part of SWM, new separate waste containers were located in the buildings throughout the campus. Outside of the buildings, recyclable waste is transferred to 800 L blue containers, and non-recyclable waste is directed to 800 L grey containers. There are separate green containers for glass at the building entrances and glass bins outside the building. The first step in the study was to interview the building managers and cleaning staff and inform them before the study began. After that, the number of containers and the locations of the temporary storage areas on the campus were determined. The containers were labeled and new containers were added to necessary regions. Then, arrangements were made with the drivers and supervisors of the waste collection vehicles and the waste collection routes were created. The waste collection vehicles were accompanied by one of the students who was involved in the study and the routes of the waste collection trucks have been recorded. Finally, recyclable and non-recyclable waste trucks were weighed entering and exiting the campus. The results showed that the generation of non-recyclable and recyclable waste was 6827±344 kg/day and 875±262 kg/day, respectively from the campus. The waste characterization study was carried out one-week (Monday to Friday) for 4 regions: Faculty of Civil Engineering, Dining Hall, Girls' Dormitory, and Student Affairs. Relevant information was provided to the building managers and cleaning staff of the pilot regions. The cleaning staff brought the waste directly to the waste sorting area inside of the building The first step in the waste characterization study was the identification of separate containers for each type of waste. The containers were labeled according to the type of waste. The next step was the determination of the tare weight of each of the containers. The waste collected from the four regions was then hand sorted into the following categories: glass, aluminum, other metal, plastic bottles, plastic bags, other plastic, paper-cardboard, organic waste (park garden), organic waste (food waste), textile, toilet paper, tetrapak, packaging, other (unclassified). The classified wastes were then collected in the appropriate waste containers. Finally, the amount of waste in each container was measured and the results were recorded. The results of the waste characterization study indicated that paper-cardboard waste (26.97%) and organic waste (15.86%) have the largest proportion in the Faculty of Civil Engineering. These are followed by other waste (12.70%), glass (11.86%), plastic bottles (8.98%), and toilet paper (7.17%). In Student Affairs, paper-cardboard waste (28.74%) and glass (24.15%) have the largest proportion. These are followed by organic waste (11.48%), other plastics (9.02%), bags (7.62%) and toilet paper (5.43%). In the Dining Hall, organic waste (74.56%) and paper-cardboard waste (13.78%) have the highest proportion. In the girls' dormitory, organic waste (42.15%) and cardboard waste (10.79%) are the most common types of waste. These are followed by glass (10.30%), other waste (8.89%), and other plastics (7.59%). Paper-cardboard waste has the highest proportion in the Faculty of Civil Engineering (26.97%) and Student Affairs (28.74%), while organic waste has the highest proportion in the Dining Hall (74.56%) and Girls' Dormitory (42.15%). In the study, waste generation and waste characterisation in ITU Ayazağa Campus were presented. In order to ensure SWM, awareness of university staff and students should be raised. Waste generation can be reduced and recycling rates can be increased through the awareness and participation of students and staff in the management system. The number of sustainability-related courses and researches can be increased to improve the knowledge, skills and understanding of staff and students on sustainability. Seminars and conferences on waste minimisation and recycling can be organised to raise awareness. Regular surveys can be used to collect opinions, suggestions and complaints from students and staff on waste management. The study revealed that paper and cardboard waste is mainly generated in the Civil Engineering Faculty and Student Affairs. When the studies conducted in different universities are examined, it is seen that paper and cardboard wastes are mainly generated in academic and administrative buildings, while the dining hall is the main source of organic wastes. In this context, periodic waste characterisation studies can be carried out and a building and unit-based waste management strategy can be implemented. It is critical to determine the amount and characterization of waste SWM in universities. This is the only way to assess whether or not the results of the new policies and measures to be implemented are successful. Therefore, waste amount and characterization studies should be repeated in certain periods. It would be useful to carry out such studies on campus, especially in buildings such as faculties, dormitories, cafeterias, administrative units and enterprises (canteens, cafes, restaurants, etc.) that generate waste in different amounts and with different characteristics. The amount of waste per student generated on campuses varies widely in the literature. One of the main reasons for this difference is that the number of active students on campus is not known. Most of the students go to the university only on the days when they have classes, and the time spent on campus is relatively less, especially for graduate students. Therefore, it is suggested to use the number of active students on campus instead of the total number of students when giving the amount of waste per student generated on campus. Another issue is the ratio of the number of students living in dormitories on campus. Since most of the students living in dormitories spend almost all of their time on campus, the amount of waste per capita generated by students living in dormitories is higher than other students. Campuses have become cities where more people live than the population of many municipalities. For a sustainable waste management in campuses, separate units should be established in universities where Environmental Engineers work for waste management. Only in this way, these studies can be carried out and improvements can be achieved.
-
ÖgeŞehir hastanelerinde atık yönetimi ve COVİD-19'un hastanelerde atık miktarı ve dağılımına etkisinin incelenmesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-10-20) Koncagül, Merve ; Arıkan, Osman Atilla ; 501181723 ; Çevre Bilimleri Mühendisliği ve Yönetimi Programı ; Environmental Sciences Engineering and ManagementArtan nüfus ve kentleşme, toplumların refah seviyesinin yükselmesi, gelişen teknolojiler, satın alma gücündeki artış, artan tüketim alışkanlıkları, davranışları, hizmette lüks ve kalite arayışı atık miktarının artmasına sebep olmaktadır. Bu çalışmada şehir hastanelerindeki atıkların kaynağında ayrı toplanması ve azaltılması stratejilerine uygun olarak yapılan atık yönetimi ve Covid-19'un hastanelerde atık miktarı ve dağılımına etkisi incelenmiştir. Bu çalışmada bir adet şehir hastanesinde atık yönetiminin incelenmesi yapılmış, altı adet şehir hastanesinde Covid-19'un atık miktarlarına ve dağılımına etkisini incelmek için Covid-19'un ülkemizde ilk görüldüğü yıl olan 2020 yılı verileri ile önceki yıllara ait veriler karşılaştırılmıştır. Çalışma yapılan Tekirdağ İsmail Fehmi Cumalıoğlu Şehir Hastanesinde atıkların oluştuğu andan bertaraf edilmesine kadar hastanede izlediği süreç incelenmiştir. Hastanede evsel, ambalaj ve tıbbi atıklar 40 L ve 65 L'lik konteynerlerde, tehlikeli atıklar 30 L ve 60 L'lik mavi varillerde ayrı olarak toplanıp, katlardaki 240 L konteynerlerin yer aldığı atık odalarına taşınmaktadır. Atık taşıma asansörü ve koridorundan geçirilen atıkların tartımı yapılıp kayıt altına alınmaktadır. Tartım ve kayıt işlemi tamamlanan atıklar geçici depolama alanına götürülmekte ve uygun atık taşıma araçlarına verilmektedir. İncelenen hastanede atıkların kaynağında ayrıştırıldığı, toplandığı, depolandığı ve atık yönetiminin başarılı bir şekilde uygulandığı görülmüştür. Çalışma yapılan altı adet şehir hastanesinde (Isparta, Manisa, Yozgat, Elazığ Fethi Sekin, Kayseri, Ankara Bilkent) Covid-19 öncesi (2019 yılı) ve sonrası (2020 yılı) tıbbi atık miktarları incelenmiş, sadece üçünde (Isparta, Manisa, Yozgat) evsel, ambalaj ve tehlikeli atık miktarlarına da bakılmıştır. Evsel atık miktarları (ambalaj atığı hariç) Covid-19 öncesi (2019) 2,94-3,53 kg/yatak.gün arasında değişirken, Covid-19 sonrası (2020) 1,76-3,16 kg/yatak.gün değerlerine (Isparta'da %28,2, Manisa'da %1,6, Yozgat'ta %50,1) azalmıştır. Atık oluşumunun en fazla görüldüğü birim yemekhane olmuştur. Ambalaj atığı miktarları Covid-19 öncesi 0,63-0,72 kg/yatak.gün arasında değişirken, Covid-19 sonrası 0,44-0,67 kg/yatak.gün aralığında değişmiştir. Ambalaj atıkları, Covid-19 sonrası evsel atıklara benzer şekilde (Isparta'da %23,6, Yozgat'ta %30,2) azalmıştır. Sadece Manisa'da %3,1 artış olmuştur. Ambalaj atıklarının en fazla oluştuğu birim evsel atıklara benzer şekilde yemekhane olmuştur. Tehlikeli atıklar Covid-19 öncesi 0,05-0,21 kg/yatak.gün arasında değişirken, Covid-19 sonrası (2020) 0,16-0,21 kg/yatak.gün aralığında değişmiştir. Tehlikeli atıklar, Covid-19 sonrası (Isparta'da %50, Yozgat'ta %220, Manisa'da %1) artmıştır. Tehlikeli atıkların oluştuğu birimler açısından hastanelerde benzer bir eğilim bulunmamaktadır. Tehlikeli atıklar 2019 ve 2020'de ağırlıklı olarak teknik birim, laboratuvar ve yoğun bakımdan oluşmuş, bununla birlikte 2020 yılında Covid-19 ve göğüs hastalıkları servislerinden de ciddi oranda tehlikeli atık kaynaklandığı gözlenmiştir. Tıbbı atık miktarları Covid-19 öncesi 0,80-1,36 kg/yatak.gün arasında değişirken, Covid-19 sonrası 0,96-1,91 kg/yatak.gün değerlerine (Isparta'da %8,1, Yozgat'ta %31,1, Manisa'da %72,1, Elazığ'da %20 ve Kayseri'de %69,1) artmıştır. Tıbbi atıklar 2019 yılında ağırlıklı olarak yoğun bakımdan kaynaklanmış, ameliyathaneden de önemli oranda tıbbi atık oluşmuştur. 2020 yılında en fazla tıbbi atık 2019'a benzer şekilde yoğun bakımdan gözlenmiş, Covid-19 biriminden de ciddi oranda tıbbi atık kaynaklanmıştır. İncelenen şehir hastanelerindeki 2019 yılı tıbbi atık üretimi ortalaması 1,11 kg/yatak.gün olup, bu değer Türkiye'de Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerin ortalaması olan 1,73 kg/yatak.gün'den düşüktür. Bu çalışmada yatak başına atık verileri karşılaştırılmış olup, hastanelerdeki yatak doluluk oranları değişebildiğinden değerlendirmede hatalar olabilmektedir. Hasta başına atık verileri değerlendirme yapmak için daha uygun olup, bu çalışmada hasta sayıları bilgilerine ulaşılamamıştır. Sonraki çalışmalarda hasta başına atık verilerinin de hesaplanması önerilmektedir.
-
ÖgeTürkiye'de yerli kömür yakıtlı büyük ölçekli termik santrallerin kül atıklarının yönetimi ve çimento üretiminde kullanımının ekonomik analizi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2022) Özçelik, Kadir ; Arıkan, Osman Atilla ; 771656 ; Çevre Bilimleri, Mühendisliği ve Yönetimi Bilim DalıTermik santraller, enerji üretiminde yüksek paya sahip tesislerdir. Kömür, termik santrallerde elektrik üretiminde yaygın olarak kullanılan başlıca fosil yakıtlardan biridir. Yakıt olarak kömür kullanan termik santrallerde, yakma işlemi sonucunda ısı ve elektrik üretimi yanısıra kül atıkları oluşmaktadır. Kül atıkları olası olumsuz çevresel etkilerinin yanında ciddi miktarda oluşması nedeniyle dikkat çeken ve araştırılan bir konu olmuştur. Uluslararası Enerji Ajansı Temiz Kömür Merkezi (IEA, CCC), kül atıklarının kaynak olarak görülebileceğini ve kömür yakma ürünleri olarak adlandırılabileceğini belirtmektedir. Kül atıklarının yönetiminde yeniden kullanım, geri dönüşüm, geri kazanım ve bertaraf gibi farklı yöntemler uygulanmaktadır. Atık hiyerarşisine göre öncelikli tercih edilen yöntem kül atıklarının yeniden kullanımı, geri dönüşümü ve geri kazanımı olmalıdır. Ancak bunun mümkün olmadığı durumlarda kül atıkları çevresel etkileri en aza indirecek şekilde bertaraf edilmektedir. Türkiye'de kül atıklarının yönetimine yönelik yapılacak çalışmalarda, kül atıklarının kaynak olarak değerlendirilebileceğinin göz önünde bulundurulması ve bu kapsamda daha fazla çalışma yapılması gerekmektedir. Kül atıkları uçucu kül, cüruf ve alçıtaşı karışımını temsil etmektedir. Uçucu kül kararlı ve uygun fiziksel ve kimyasal özelliklere sahip olması nedeniyle, külün kullanımı ile ilgili çalışmaların çoğu uçucu kül üzerine odaklanmaktadır. Uçucu külün farklı amaçlarla kullanıldığı uygulamalar vardır. Bazı uygulamalarda fiziksel özellikleri için, bazı uygulamalarda ise kimyasal özelliklerinden dolayı tercih edilmektedir. Uçucu küller, puzolanik özelliklerinden dolayı bağlayıcı olarak kullanılabilen malzemelerdir. Bu özelliğinden dolayı özellikle inşaat sektöründe çimento ve beton katkı maddesi olarak yaygın bir biçimde kullanılmaktadır. Türkiye'de; 1960'lı yıllarda hidratasyon ısısını azaltmak için farklı baraj inşaatlarında uçucu kül kullanılmasına karar verilmiş ve Türk Standartları Enstitüsü uçucu kül (TS 639) ve uçucu kül çimento (TS 640) standartlarını hazırlamış ve yayınlamıştır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (DSİ)'nün baraj uygulamaları dışında Karayolları Genel Müdürlüğü (KGM) bazı köprü ve yol inşaatlarında deneme amaçlı uçucu kül kullanmıştır. Geçmişte Türkiye'de uçucu kül kullanımı bu tür uygulamalarla sınırlı kalmıştır. Ancak son yıllarda özellikle hazır beton endüstrisinin gelişmesi ve Avrupa'dan uyarlanan yeni çimento ve beton standartları, çimento ve beton endüstrilerinde uçucu küle olan ilgiliyi arttırmıştır. Hazır beton sektöründe yıllık yaklaşık 1-1.5 milyon ton uçucu kül mineral katkı olarak üretimde kullanılmaktadır. Bununla birlikte çimento üretiminde kullanılan uçucu kül miktarına ait bir bilgi literatürde bulunamamıştır. T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çimento Sektörü Raporu'na, göre 2020 yılında ~77 milyon ton çimento üretilmiştir. Ancak uçucu kül katkılı portland çimento oranının %1,25 olduğu ve bunun da büyük çoğunluğunun ihraç edildiği bilinmektedir. Buna göre çimento üretiminde yıllık yaklaşık 1 milyon tona yakın uçucu kül kullanıldığı varsayımı yapılabilir. Uçucu kül çimento üretiminde yalnızca portland çimentolarda kullanılmamaktadır. Ayrıca portland kompoze ve kompoze çimentoda da kullanılabilmektedir. Portland kompoze çimento üretimi toplam çimento üretiminin yaklaşık %25'i kadar olduğu bilindiğine göre yaklaşık 19,3 milyon ton portland çimento üretimi uçucu kül kullanımı için büyük bir potansiyel oluşturmaktadır. Örneğin, Bursa Çimento A.Ş. tarafından Kütahya bölgesinde çimento talebini karşılamak üzere Kütahya Karıştırma ve Paketleme Tesisi devreye alınmış olup, tesiste Bursa'da üretilen ve buraya getirilip stoklanan çimento, Seyitömer-Tunçbilek-Orhaneli Termik Santrallerinden getirilen uçucu kül ile karıştırılarak, katkılı çimento üretimi gerçekleştirilmektedir. Ayrıca Soma Termik Santralinden çıkan külün yaklaşık 270.000 ton/yıl kadarı özel kuruluşlara satılıp, çimento karışımında kullanılarak ekonomiye kazandırılmaktadır. Kül atıklarının özellikleri ve sınıflandırılması, kül atıkları yönetimine dair uluslararası ve ulusal mevzuat, kül atıklarının kullanım alanları ile bertarafı ve çevresel etkilerinin de özetlendiği bu çalışmada, Türkiye'de bulunan yerli kömür yakıtlı 200 MW üzeri kurulu güce sahip 15 termik santralin kül atıklarının yönetimi ortaya konulmuştur. Bu termik santrallerden uçucu kül özelliklerine ulaşılan 10'unda oluşan uçucu küllerin çimento üretiminde kullanımı değerlendirilmiş, kullanımı uygun bulunan 5'i için ekonomik analiz (Senaryo 1, mevcut durum senaryosu; kül atıklarının tamamının mevcut durumda uygulanan yönetimine (depolamaya) devam etmesi; Senaryo 2, uçucu kül atıklarının çimento üretiminde kullanımının değerlendirilmesi) yapılmıştır. Türkiye'de yılda 122,7 ton kömür yakılmaktadır. Yakılan kömürün yaklaşık ~82,2 tonu yerli kömür (linyit ve taş kömürü) olup, yerli kömür yakan termik santrallerden ~17,2 milyon ton kül atığı oluşmaktadır. TUİK verilerine göre Türkiye'de 2018 yılında ~23,3 milyon ton, 2020 yılında ~19,4 milyon ton kül atığı oluşmuştur. Oluşan kül atıklarının ~%85'i kül depolama sahalarında depolanmış, ~ %13'ü lisanslı atık arıtma tesislerine satılmış/gönderilmiş veya maden ve taş ocaklarının doldurulmasında kullanılmıştır. Kalan ~%1-2'lik kısmı ise tehlikeli atık olarak veya diğer bertaraf metotları ile bertaraf edilmiştir. Uçucu külün kullanımı uygun olan 5 termik santralde kül atıkları yönetiminin mevcut haliyle (depolamayla) devam etmesi halinde (Senaryo 1) transfer işlemleri için ilk yatırım maliyeti toplamda ~70,2 milyon $, depolama alanı ilk yatırım maliyeti toplamı ~175,5-439,1 milyon $ aralığında, ilk yatırım maliyetlerinin toplamı ise ~245,7-509,3 milyon $ aralığında hesaplanmıştır. Yıllık transfer maliyeti toplamı ~19,3 milyon $ ve depolama alanı işletme maliyeti toplamı ~47,6 milyon $ olmak üzere, tüm tesislerin toplam işletme maliyeti ~66,9 milyon $'dır. Aynı 5 termik santralin uçucu küllerinin kullanımının değerlendirilmesi (Senaryo 2) halinde transfer ilk yatırım maliyeti toplamda ~48,2 milyon $, depolama alanı ilk yatırım maliyeti toplamı ise ~127,3-317,9 milyon $ aralığında, ilk yatırım maliyetlerinin toplamı ise ~175,9-366,5 milyon $ aralığında hesaplanmıştır. Yıllık transfer maliyeti toplamı ~14,6 milyon $ ve depolama alanı işletme maliyeti toplamı ~34,4 milyon $ olmak üzere, tüm tesislerin toplam işletme maliyeti ~49 milyon $'dır. Kül atıkları yönetiminin mevcut haliyle devam etmesi hali için (Senaryo 1) kül yönetimi maliyeti 16 ila 23 $/ton iken, termik santrallerin uçucu küllerinin kullanılması halinde (Senaryo 2) 1 ila 19 $ aralığında değişmektedir. Senaryo 1'de TS-4'te 16-20 $/ton, TS-15'te 16-20 $/ton, TS-7 19-23 $/ton, TS-11'de 19-23 $/ton ve TS-13'te ise 19-23 $/ton olan kül atığı yönetim maliyeti, Senaryo 2'de sırasıyla 7-10 $/ton (%50-56 azalma), 1-3 $/ton (%85-94 azalma), 16-19 $/ton (%16-17 azalma), 11-14 $/ton (%39-42 azalma) ve 3-5 $/ton (%78-84 azalma)'a kadar düşmüştür. Sonuçlar, uçucu külün kullanımının termik santrallerin kül yönetim maliyetlerini azaltacağını göstermektedir. Bunun yanısıra bertaraf edilmesi gereken kül atıkları miktarındaki azalma sayesinde olası çevresel etkiler de engellenmiş olacaktır. Ayrıca hem çimento üretimi için hammadde kullanımı azaltılacak hem de bu hammaddelerin çıkarılması, ürün haline getirilmesi vb. dolaylı emisyonların da önüne geçilecektir.