A Design Process For Social Network Data-Driven Adaptive Architecture

dc.contributor.advisor Özener, Ozan Önder
dc.contributor.author Yüncüler, Yasin Kutay
dc.contributor.authorID 635012
dc.contributor.department Mimari Tasarımda Bilişim
dc.date.accessioned 2022-07-06T09:08:13Z
dc.date.available 2022-07-06T09:08:13Z
dc.date.issued 2020
dc.description Tez (Yüksek Lisans) -- İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2020
dc.description.abstract We are living in a rapidly changing world, led by a constantly developing technology. Our daily habits are affected by this progress and newly emerging technologies such as the World Wide Web (WWW). Communication, shopping, and information gathering are only a few of these mutated experiences. Such fundamental and continuous changes in daily routines, increase the pressure on architectural spaces to adapt to the fluxional circumstances around them. However, Kretzer complains that the implementation of new paradigms to architecture, including the concept of active spatial adaptation, is limited due to the conservative essence of the profession. Besides, Kurzweil predicts that the exponentially increasing pace of technological advancements is not going to last. So, the dynamic nature of the current era is not ephemeral. Therefore, it would not be inaccurate to predict that architecture will start to work on new paradigms such as active spatial adaptation, sooner or later. As a consequence of being a centenarian topic, the terminology on the concept of change in architecture is significantly crowded and confusing. Thus, before proposing a design process, this research is focused on understanding the concept of adaptive architecture. With this motivation, terms related to this concept are explained and discussed from different points of view provided by several architects. Primary terms analyzed by this study are flexible, adaptable, responsive, and interactive. The research process of this subchapter consists of a literature review starting from the second half of the 20th century and projects designed and applied after the 1920s. As the author noticed during the research phase, it is neither possible nor necessary to disassociate these terms entirely. Still, this part of the research was able to recognize and report noteworthy distinctions between the mentioned terms such as being active or passive, being able to sense the surroundings or being based on human intervention, providing spatial variability or not. In light of this process, it would be accurate to state that adaptive architecture aims to provide spatial variability by sensing its surroundings and performing an active adaptation accordingly. As well as comprehending adaptive architecture, understanding its elements is necessary before proposing a design process. By refining various frameworks of the concept proposed by different researchers such as Charles Eastman, Holger Schnädelbach, and Gordon Pask, the questions that constitute this concept are cataloged as "what to adapt," "how to sense," and "how to react." These three questions are discussed by examining numerous projects designed since the beginning of the 1960s. As revealed under this title, the most common strategies practiced by architects to answer these questions are adapting to the climatic conditions, sensor-based sensing, and reacting through hard systems. Other than discussing these methods by analyzing various projects, this part of the study revealed the essentiality of the sensing strategy for the process of spatial adaptation. This title also revealed that even though there are design processes for sensor-based sensing and material-based sensing in the literature, a design process for social network data-driven adaptive architecture is missing. This lack provides the primary motivation for the main purpose of this study. Following these two steps that intend to develop a proper basement for the research, a design process for social network data-driven adaptive architecture is proposed in the third chapter. Even though design processes for sensor-based sensing and material based sensing are suggested by architects such as Khoo and Leileveld, these schemes do not cover the needs of social network data-driven projects. By contrast with the first two sensing methods, social network data requires a complex interpretation process to become suitable to be employed in an architectural project. This thesis intends to solve this problem by considering the process within the paradigms of information management. Accordingly, Ackoff's data, information, knowledge, wisdom hierarchy (DIKW) is utilized to constitute a design process. Thus, a design process that consists of three phases as data, stimulus, and adaptive space is developed. Additionally, this scheme contains two processes; interpretation and simulation. Briefly, the interpretation process evaluates the data to compute the stimulus, and the succeeding process, simulation, converts the stimulus into the knowledge required by the adaptive space.
dc.description.degree M.Sc
dc.description.sponsorship Durmaksızın son derece hızlı olarak değişen bir dünyada yaşıyoruz. İstikrarlı bir şekilde gelişen teknolojinin önderliğinde yaşanan bu değişim günlük hayatlarımızı da derinden etkiliyor. Özellikle de internetin ve World Wide Web (WWW)'in bulunması ve yaygınlaşmasının, kısacası İnternet Çağı'nın, dramatik etkileri günlük alışkanlıklarımızı köklü bir biçimde değiştirdi. İletişim kurma, alışveriş, bilgi edinme değişen günlük rutinlerimizden yalnızca birkaçı. İnsanlara hizmet etmeye odaklanan bir meslek olduğu göz önüne alındığında, insanlığın bu denli hızlı değiştiği bir dönemde mimarlık ve mimari mekan da bu değişime ayak uydurma baskısı altındadır. Burada kastedilen, mimarlığı günümüzün ihtiyaçlarını dikkate alarak güncellemek değil, mimari mekanın kendisine durmaksızın değişen şartlara adapte olma kabiliyeti kazandırmaktır. Keza, yukarıda bahsedilen türden değişimler bir binanın ömründen çok daha kısa sürelerde yaşanmaktadır. Ancak, Kretzer'in de yakındığı gibi, mimarlık dünyası, mekanın aktif rol aldığı mekansal adaptasyon yaklaşımları da dahil olmak üzere, birçok yeni paradigmaya karşı muhafazakar bir tavır sergilemektedir. Öte yandan altını çizmek gerekir ki, Kurzweil'e göre teknolojik gelişmeler üstel artış sergilemektedir. Hal böyleyken, çağımızın dinamik atmosferinin geçici olduğunu düşünmek yanlış olur. Dolayısıyla kabul etmek gerekir ki, mimarlık bu muhafazakar tavrına rağmen er ya da geç bir çok yeni paradigmayla dirsek teması içerisinde çalışmak zorunda kalacaktır. Bu fikirden hareketle söylenebilir ki, çalışmada değinilen esnek mimarlık (flexible architecture), uyarlanabilir mimarlık (adaptable architecture) ve dönüştürülebilir mimarlık (transformable architecture) gibi konseptler halihazırda mimarlık pratiğinde dünya çapında yer bulmuş olsalar da iş burada kalmayacak ve henüz yaygınlaşmamış, mekanın adaptasyon sürecinde aktif rol alabilmesini hedefleyen, tepkimeli mimarlık (responsive architecture), interaktif mimarlık (interaktif mimarlık) ve adaptif mimarlık (adaptive architecture) gibi yaklaşımlar da yaygınlaşma şansı bulacaktır. Bu öngörü neticesinde bu çalışma, bu ve benzer yaklaşımların aralarındaki farklar göz önünde bulundurularak incelenmelerini ve bu sayede, özellikle adaptif mimarlığın özgün yanlarının tespit edilmesini, adaptif mimarlık konseptinin bileşenlerinin listelenmesini ve bu bileşenleri farklı yaklaşımlarla ele alan tasarımların incelenmesini ve son olarak da, bu iki basamaktan gelen çıktılar eşliğinde, sosyal medya verisi güdümlü adaptif mimarlık için bir tasarım süreci önerilmesini hedeflemektedir. Elbette, mekanın değiştirilebilmesi ya da değişebilmesi fikri İnternet Çağı ve beraberinde gelen köklü değişimler neticesinde ortaya çıkmamıştır. Lee'nin de altını çizdiği üzere bu yaklaşım insanlığın tarih öncesine kadar dayanmaktadır. Ancak böylesi geniş bir zamanı ele almak araştırmanın hedefini saptıracağından, bu çalışmada Birinci Dünya Savaşı ile günümüz arasında geçen dönemde ortaya çıkan fikirlere ve üretilen projelere yer verilmiştir. Birinci Dünya Savaşı'nın mihenk taşı olarak seçilmesinin iki temel sebebi vardır. Birincisi, Estaji'nin de değindiği gibi, bu küresel savaşın mimarlara yerel mimarlığın değişen şartlar karşısında yetersiz kaldığını göstermesidir. Öte yandan, yine bu dönemden başlayarak, mimarlar fonksiyonalizm akımının kısıtlı yaklaşımlarına dair ciddi eleştiriler getirmişlerdir. Bu iki süreç neticesinde mimarlıkta değişim konsepti ile ilgili fikirler daha sık tartışılmaya ve uygulanmaya başlamıştır. Bu yaklaşık yüz yıllık süreç konu hakkındaki fikirlerin gelişmesine zemin hazırlamış olsa da, geçen bu uzun zamanın sonunda terminolojide ciddi bir karışıklık olduğunu görmekteyiz. Bu karışıklığın sebeplerinin terimlerin sıklıkla birbirlerinin yerine geçecek şekilde kullanılması ve kavramların tekrar tekrar tanımlanması olduğu söylenebilir. Benzer bir yanılgıya düşmemek adına, bu çalışmaya adaptif mimarinin temel hedefleri belirlenerek başlanmıştır. Bu amaçla, literatür taraması sonucunda bu konseptle ilişkili olduğu tespit edilen esnek mimarlık, uyarlanabilir mimarlık, tepkimeli mimarlık ve interaktif mimarlık gibi kavramlar birbirleriyle olan ilişkileri göz önünde bulundurularak incelenmiştir. Bu başlıkta, adaptif mimari ile doğrudan ilişkili olmasalar da, bahsedilen diğer terimlerle ilişkili olan bazı diğer konseptlere ve mekansal özelliklere de değinilmiştir. Bu noktada belirtmek gerekir ki, hem uzun süredir kullanılan bu kavramları birbirinden tamamen ayırmak mümkün değildir, hem de böyle keskin bir ayırdın gerekli olduğu şüphelidir. Yine de, terimlerin farklı mimarlar ve araştırmacılar tarafından ortaya atılan tanımlarına ve bu tanımlar arasındaki farklılıklara ve benzerliklere değinen bu başlık, ele alınan kavramları daha anlaşılır hale getirmeye ve bu terimler arasındaki bazı temel farklılıkları ortaya koymaya çalışmıştır. Bu kapsamda en çok göze çarpan ayırtlar; mekanın adaptasyonda aldığı rolün aktif olup olmaması, mekanın etrafını algılama (sensing) becerisine sahip olup olmaması ve tasarlanan adaptasyonun mekansal çeşitlilik sağlayıp sağlamaması olduğu söylenebilir. Bu farklılıklar çerçevesinde adaptif mimarlığın etrafını algılayarak mekansal adaptasyonda aktif rol almayı ve bu sayede mekansal çeşitlilik oluşturabilmeyi hedeflediği söylenebilir. Çalışmanın ilerleyen kısımları da mimarlığın bu alanını bu motivasyonlar çerçevesinde ele alacak şekilde ilerletilmiştir. Adaptif mimarlığın temel motivasyonlarını anlamak kadar, kavramın bileşenlerini ortaya koymak da bu çalışma için önemli bulunmuştur. Bu nedenle, takip eden başlıkta adaptif mimarlığı meydana getiren bileşenler incelenmiştir. Çalışma kapsamında, özellikle sibernetiğin mimarlıkla ilişkilendirilmeye başladığı 1960'lı yıllardan günümüze kadar önerilen bazı modeller ele alınmıştır. Çalışma kapsamında incelenen modeller kronolojik sırayla Gordon Pask, Charles Eastman ve Holger Schnädelbach tarafından önerilmişlerdir Bu üç model sentezlenerek adaptif mimarlığı oluşturan üç temel soru belirlenmiştir; neye adapte olunacak, nasıl algılanacak ve nasıl tepki verilecek. Bu üç soru aynı zamanda bu başlığın alt başlıklarını da belirlemektedir. Bu üç temel soru yine 1960'lı yıllardan günümüze kadar üretilen çeşitli yapılar, pavyonlar, enstalasyonlar ve prototipler üzerinden incelenmiştir. Bu araştırma sonucunda ortaya konulmuştur ki; neye adapte olunacak sorusuna karşı üretilen yaklaşımlar iklimsel verilere adapte olmak ve insan davranışlarına adapte olmak, nasıl algılanacak sorusunu yanıtlamak için kullanılan stratejiler sensör tabanlı algılama, materyal tabanlı algılama ve sosyal algılama ve nasıl tepki verilecek sorusuna karşılık olarak tercih edilen yöntemler de mekanik ağırlıklı sistemler ve yumuşak robotlardır. Bu çalışmanın ortaya koyduğu bir diğer durum ise iklimsel verilere adapte olmak, sensör tabanlı algılama ve mekanik ağırlıklı sistemler stratejilerinin diğer yöntemlere nazaran daha çok tercih edildiği olmuştur. Çalışmanın bu bölümünün değindiği bir diğer önemli husus ise nasıl algılanacak sorusunu yanıtlamak için geliştirilen yaklaşımın projenin tüm sistem şeması ve tasarım süreci üzerindeki kuvvetli etkisidir. Keza tercih edilen strateji sistem şemasındaki basamaklanmayı doğrudan etkilemektedir. Örnek vermek gerekirse, sensör tabanlı algılamada ek bir işlemleme basamağına ihtiyaç duyulurken, material tabanlı algılamada böyle bir basamağa gerek duyulmamaktadır. Çünkü malzeme hem algılama hem de tepki verme (actuation) adımlarını doğası gereği taşıdığı özellikler sayesinde kendi bünyesinde icra etmektedir. Öte yandan görülmüştür ki, sosyal algılama yöntemi kullanılarak tasarlanan projeler bu iki şemaya da uymamaktadır. Literatürde sensör tabanlı algılama ve materyal tabanlı algılama yöntemleri için geliştirilmiş süreçlere rastlamak mümkündür. Ancak bu çalışma kapsamında yapılan literatür taramasında sosyal algılama stratejisi için önerilmiş bir sistem şemasına ya da tasarım sürecine rastlanmamıştır. Bu çalışma bu yöntemi baz alan bir tasarım süreci önererek konuyu kapsamlı bir şekilde tartışmaya açmayı hedeflemektedir. Çalışmanın ikinci bölümünü oluşturan bu iki başlık vasıtasıyla tezin üçüncü bölümünde sunulacak ve tez başlığına da adını veren sosyal medya verisi güdümlü adaptif mimarlık için bir tasarım süreci için sağlam bir temel oluşturmak amaçlanmıştır. Yukarıda da bahsedildiği üzere sosyal algılama yöntemi kullanılarak tasarlanan projelerin sistem diyagramları diğer iki algılama yönteminin şemalarına uymamaktadır. Bu uyumsuzluğu gidermek için bu çalışma sosyal algılama yöntemiyle tasarlanan mimari projeleri bir bilgi yönetimi (information management) problemi olarak ele alır. Bu yaklaşımla birlikte hareket edilerek Ackoff'un DIKW hiyerarşisi önerilecek tasarım sürecine entegre edilmiştir. Bu hiyerarşisinin ilk üç basamağı diğer iki algılama yöntemi için önerilen şemalar ve mimari literatür göz önünde bulundurularak veri, uyaran (stimulus), adaptif mekan olarak değiştirilmiştir. Ackoff'un şemasındaki son basamak olan bilgelik (wisdom) ise, mevcut tekniklerle uygulanmasının mümkün olup olmadığına dair tartışmalar devam etmekte olduğundan, bu çalışma kapsamında önerilen tasarım sürecine dahil edilmemiştir. Burada dikkat çeken en önemli farklılık sosyal medya verisinin sensör tabanlı algılama yönteminde uyaran ve aktüasyon (actuation) basamaklarının arasında yer alan sisteme ek olarak, uyaran basamağından evvel bir anlamlandırma (interpretation) işlemine ihtiyaç duymasıdır. Bu işlem sayesinde veri bir uyarana ya da uyaranlar kümesine dönüştürülebilecek ve sürecin, sensör tabanlı algılama tekniğinin şemasıyla büyük ölçüde benzerlikler gösteren, diğer basamaklarına aktarılacaktır. Böyle bir ek işleme ihtiyaç duyulmasının sebebi sosyal medya verisinin mimari kaygılar güdülerek toplanmıyor olmasıdır. Bu işlem sayesinde uyarana dönüştürülen veri, simülasyon basamağı vasıtasıyla adaptif mekana aktarılacak ve süreç burada belirlenen zaman aralığına uygun olarak yeniden başlatılmak üzere sonlandırılacaktır.
dc.identifier.uri http://hdl.handle.net/11527/20189
dc.language.iso en
dc.sdg.type none
dc.subject mimari tasarım
dc.subject architectural design
dc.subject tasarım
dc.subject design
dc.subject mimarlık
dc.subject architecture
dc.title A Design Process For Social Network Data-Driven Adaptive Architecture en_US
dc.title.alternative Sosyal Medya Verisi Güdümlü Adaptif Mimarlık İçin Bir Tasarım Süreci tr_TR
dc.type Master Thesis en_US
Dosyalar
Orijinal seri
Şimdi gösteriliyor 1 - 1 / 1
thumbnail.default.alt
Ad:
523161015.pdf
Boyut:
20.77 MB
Format:
Adobe Portable Document Format
Açıklama
Lisanslı seri
Şimdi gösteriliyor 1 - 1 / 1
thumbnail.default.placeholder
Ad:
license.txt
Boyut:
1.58 KB
Format:
Item-specific license agreed upon to submission
Açıklama