LEE- Afet Yönetimi Lisansüstü Programı
Bu topluluk için Kalıcı Uri
Gözat
Sustainable Development Goal "Goal 9: Industry, Innovation and Infrastructure" ile LEE- Afet Yönetimi Lisansüstü Programı'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeA conceptual Disaster Risk Reduction (DRR) framework for building resilience to satellite failures( 2024-06-26) Saeedi,Sorush ; Çağlayan Özdemir, Pınar ; 801211013 ; Disaster ManagementDisasters, whether natural or man-made, pose significant threats to life, property, and environmental integrity. The increasing reliance on space-based systems, particularly satellites, has introduced a new category of risks known as space-based disasters. These encompass phenomena such as solar storms, space debris, and satellite system failures, each capable of disrupting essential services like communication, navigation, meteorology, and environmental surveillance. The growing density of objects in Earth's orbit highlights the urgency to enhance the resilience of our space infrastructure. Traditional disaster risk reduction (DRR) strategies have focused on terrestrial calamities like floods and earthquakes, but the unique challenges presented by spacebased disasters necessitate tailored approaches. Despite the critical role of satellites, there is a significant gap in understanding the risks they face and the optimal strategies to mitigate these risks. This study, conducted alongside research on space debris by Sajjad Jokar, specifically focuses on satellite failures, aiming to develop a comprehensive DRR framework to address these issues. The increasing risks of spacebased disasters, especially satellite failures, highlight the vulnerability of this infrastructure, with potential disruptions posing threats to public safety and national security. This research aims to bridge this gap by identifying and prioritizing satellite failure risks and developing a tailored DRR framework to enhance the resilience of our space infrastructure. The primary objective is to deepen the understanding of space-based disasters, particularly satellite failures, and refine DRR strategies to better manage these incidents. Specific goals include identifying and prioritizing the most pressing satellite failure risks and developing a DRR framework specifically designed to address these risks. The study employs a conceptual framework based on the Sendai Framework for Disaster Risk Reduction, guiding the identification, assessment, and mitigation of risks associated with satellite failures. The research methodology includes a thorough literature review, expert surveys, and the application of the Technique for Order Preference by Similarity to Ideal Solution (TOPSIS) to prioritize risks. Data was collected through surveys distributed to experts in the field, and the analysis involved using the TOPSIS technique to evaluate and prioritize risks based on their likelihood, potential impacts, and existing mitigation measures. This structured approach ensures a comprehensive assessment of satellite failure risks and informs the development of the DRR framework.
-
ÖgeAn evaluation about decision-making mechanisms within the scope of disaster management(Graduate School, 2022-05-16) İskender, Begüm ; Trabzon, Levent ; 801181047 ; Disaster ManagementThe Decision-making process in the disaster management cycle has a very significant role in making versatile and effective actions at any level of management for people including disaster managers. People may face any emergency situation or any type of disaster in an unprecedented scale and psychological extent so corresponding decisions on disaster management should be taken at the highest possible reliable level. Thus, it is very crucial to make the right decisions before/during/aftermath the disasters in order to minimize any risks which have the capacity to transform any level of hazards related to life, economy and infrastructure. This thesis's main idea is to scrutinize appropriate decision-making methods which can be useful in compatibility between two systems of thinking, called "System 1" and "System 2", otherwise they are computing to each other to induce unconditioned risk management. The thesis is based on a general literature review in disaster management and a new hypothetical decision-making model for every phase of disaster management will be proposed. The model is composed of two main different parameters of critical level and number of decisions relative impact of the time. The model is formulated and named as "Density of Decisions". It may be possible that in future studies, various parameters e.g "Decision Quality" which are related to the field can be added to the formula. Thus, the decision-making process in disaster management can attain accurate results with a measurable perspective since the level of management difficulty is linked to the density of decision model. Also, disaster managers who aim to be entitled to disaster management will be able to evaluate the effectiveness in their opinions by using the hypothetical model. Integrating two modes of thinking into our model will surely enhance disaster manager's point of view in the decision-making process while they have to make multiple decisions under uncertainties in struggling severe situations. The contribution of this research will be influential and productive in making well-directed decisions and there will be a chance to verify or interrogate their actions with the aid of different branches of science.
-
ÖgeDünya ve Türkiye'deki çimento endüstrisinin CO2 emisyonunu azaltmayöntemlerinin karşılaştırılması(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-07-07) Akarsu Dikçal, Fatma ; Dertli Saloğlu, Didem ; 801211005 ; Afet YönetimiSera gazlarından olan ve çoğunluğu fosil yakıtların yanması sonucunda ortaya çıkan CO2, dünyamızın ısınmasında büyük rol oynamaktadır. Dünyamızın ısınması, iklim değişikliği, aşırı hava olayları, buzulların erimesi, deniz ve okyanus seviyelerini yükselmesi, gıda ve su kıtlığı, biyoçeşitlilikte azalma gibi insan yaşamını olumsuz etkileyen durumlara sebep olmaktadır. Bu nedenle başta CO2'i azaltmak amacıyla Paris Anlaşması ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi geniş kapsamlı emisyon azaltma hedefleri ve yol haritaları belirlenmiş ülkeler tarafından imzalanarak, kabul edilmiştir. Paris Anlaşması'nda alınan kararlara bağlı olarak ülkelerin, 2030 yılına kadar sera gazı emisyonlarının %45 oranında azaltması, 2050 yılına kadar ise net sıfır hedefine ulaşması gerekmektedir. Lakin ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (NOAA) ve Scripps Enstitüsü, Hawaii'deki Mauna Loa Atmosferik Temel Gözlemevi'nin yaptığı ölçümlere bakıldığında 2023 Mayıs ayında 422,39 ppm olan CO2 konsantrasyonunu, 2024 Mayıs ayında 426,3 ppm değerine ulaşmıştır. Buna göre, 2023 yılı baz alındığında yıllık değişim %0,92 olurken 1990 yılına göre %20, sanayi önceki devre göre ise %50 civarında bir artış meydana gelmiştir. Küresel enerji talebi bu hızla artmaya devam ederse ve belirlenen emisyon azaltma hedefleri uygulanmazsa yüzyılın sonunda CO2 konsantrasyonu 800 ppm veya daha yüksek seviyelere ulaşabilir. İnsan faaliyetleri nedeniyle atmosferdeki konsantrasyonu artan CO2'ın sektörel birçok kaynağı mevcuttur. Enerji sektörü başta olmak üzere sanayi, tarım ve atıklar hem CO2'in hem de diğer sera gazlarının ana kaynağıdır. Sanayi de yoğun enerji gerektiren faaliyetlerde CO2 salınımı toplam emisyonu oldukça fazla etkilemektedir. Çimento sektörü de fosil yakıtların kullanıldığı yüksek derecede ısı gerektiren bir üretim prosesine sahip olduğu için antropojenik sera emisyonlarının %5'inden sorumludur. Çimento üretimi sırasında kalsinasyon aşamasında gerekli olan 1450-1900oC'lik ısıya ulaşmak için kullanılan fosil yakıtlardan, klinker oluşumunda kireç taşının kalsiyum oksite dönüşümü sırasındaki kimyasal reaksiyonlardan ve tesis içi enerji gerektiren diğer faaliyetlerden ciddi oranda CO2 salımı olur. Sektör bu CO2 salımını azaltabilmek için enerji verimliliği iyileştirmeleri, alternatif yakıtların kullanımı ve malzeme ikamesi gibi yöntemler kullanmaktadır. Bu yöntemler her ne kadar CO2 salımını azaltsa da bu sorunun tamamen çözülebilmesi için karbon yakalama ve depolama (CSS) gibi yeni ve yenilikçi teknolojilerin kullanılması önem arz etmektedir. CCS teknolojilerinin çimento tesislerine entegrasyonu ile 2050 yılına endüstrisindeki en büyük kümülatif CO2 emisyonunu azaltması öngörülmektedir. Çimento sektörü için CCS seçenekleri arasında amin temizleme, oksiyakıt yakma, kalsiyum döngüsü ve membranlar yer almakta olup bu teknolojilerin avantajları ve dezavantajları son yıllarda geniş çapta araştırılmakta ve tartışılmaktadır. Sunulan tez çalışmasında dünya genelinde üretim kapasitesi yüksek çimento şirketleriyle ve Türkiye'de faaliyet gösteren büyük çimento şirketlerinin emisyon azaltma stratejileri karşılaştırılmıştır. Böylelikle Türkiye olarak emisyon azaltma stratejilerinde uygulanan mekanizmaların yeterliliği konusunda çıkarımlarda bulunulmuştur. Bu bağlamda, dünya genelinde yapılmış olan antlaşmalar sayesinde alınan ortak kararların ve stratejilerin uygulama aşamasına gelindiğinde devlet ve şirket politikaları, şirketin misyonu ve vizyonu, fiziksel koşullar, maaliyet vb. parametrelerden dolayı değişkenlik gösterdiği açıktır. Dünyanın önde gelen çimento şirketleri CO2 emisyonlarının azaltılmasında öncü niteliğinde yeşil dönüşüm stratejileri belirleyerek bunları uygulamaya geçmiştir. Lider konumdaki bu şirketler, çimento üretimi sürecinde, yeşil enerjiden elde edilen alternatif yakıtların kullanılması, alçıtaşına alternatif hammadde kullanılması, enerji tasarrufu, elektrifikasyon (yeşil enerjiden elde edilen elektriğin kullanımı), otonom araç ve sistemlerin kullanılması, atık ısıdan enerji elde edilmesi, atık malzemelerden katkı malzemesi yapılması, beton ve inşaat kalıntılarının çimentoya dönüştürülmesi ve en önemlisi de karbon yakalama ve depolama teknolojilerine yatırımlarla 2050 yılına kadar %95 oranında CO2 emisyonunu azaltmayı hedeflemektedirler. Türkiye'deki büyük çimento şirketleri, CO2 emisyonu azaltmak için yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması, klinkerdeki alçıtaşının azaltılması veya eşdeğer ürünlerle ikamesi, tesislerdeki enerji verimliliğinin artırılması, enerji tasarrufu noktasında lider çimento şirketleriyle benzer bir yol izlemektedir. Farklı olarak Türkiye'deki çimento fabrikaları CO2 emisyonunu azaltmak amacıyla atıkların yakılmasıyla enerji elde edilmesi ve atıklardan hammadde eldesi gibi yöntemlere daha fazla yönelmiştir. Küresel çapta bir dönüşümün gerçekleştiği bu noktada riskler ve fırsatlar yer almaktadır. Gereken müdahalenin zamanında yapılabilmesi için bu risklerin ve fırsatların şirket tarafından çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Bunun yanında CO2 azaltma stratejilerinin, bu stratejiler ışığında yapılan uygulamaların her yıl raporlanarak kamuya açık hale getirilmesi, diğer şirketlerle bu ortak paydada hareket edilebilmesi gerekiyorsa desteklenebilmesi emisyon sıfırlama hedefine ulaşmada ve gelecek nesillere temiz bir dünya bırakmada büyük önem arz etmektedir.
-
ÖgeEarthquake performance and project budget comparison of a conventional building and a seismically isolated building(ITU Graduate School, 2021) Çatlıoğlu, Oğuzcan ; Yanık, Arcan ; Bilir Mahçiçek, Senem ; 678180 ; Disaster ManagementIn the structural design process, various design methods are used all around the world. Seismic isolation is a relatively new method for designing earthquake-resistant structures in comparison with the conventional design approaches. Basically, all the design methodologies specified in the codes and specifications aim to protect life safety of the residents in the building by resisting the forces that may be occured by earthquakes. The energy released by the earthquake must be absorbed by structural elements before the structural failure occurs. While the structures that are designed according to conventional design approaches dissipate the earthquake energy by the help of the possible damages that may be occurred in its structural elements, the aim of base isolation usage is to diminish the effect of the forces that are transmitted to the structure from the ground. Therefore, in base-isolated buildings, the structural elements would be less damaged, and the structure may not lose its functionality after being exposed to different earthquake excitations. Seismic isolation devices are placed into the base of a structure to enhance the ability of energy dissipation. The energy is absorbed by the displacement of the isolation level. This reduces the earthquake effects that the building experiences. In this study, a five-storey structure is chosen to be analyzed from both earthquake safety and cost perspectives. Time history analysis are carried out with SAP 2000 software. The building's width and height are chosen as 40 m and 15 m, in a respective way. The buildings that have same width and height are modelled for two cases. One with fixed base and the other with base-isolation. Time History analysis are performed for both cases by using the same earthquake record to determine the earthquake performance of the buildings. In Case I, the fixed-base building is used. The earthquake performance of the building is obtained by the help of time history analysis. Secondly, a base isolated building is modeled and analyzed. In addition to the comparison of earthquake performance, this study evaluates the cost of these two cases. With no doubt during an earthquake the life safety is the primary concern however financial situation must also be taken into account during the design process. Cost estimation plays a prominent role for financial project budget. It aims to maintain the project with the available resourses. These resources, of course, have limitations since every project have its own budget and time-limit. The method of design has a great impact on the project budget of the building. Design method affects not only the construction cost of project, but also service-life of the project. The costs of both conventional and seismically isolated buildings are calculated. Then, the seismically isolated and conventional buildings are compared in terms of their seismic performance and the project budget.Finally, the result of seismic performance and the cost benefit are presented and discussed according to findings of the analysis. It is obtained from this thesis that, although the initial construction cost of the seismically isolated structure is obviously more than the conventional building, eventually in a possible earthquake scenario seismic isolation may provide financial advantage over the conventional building case.
-
ÖgeNatech kazalarının risk yönetimi açısından incelenmesi(Graduate School, 2025-01-20) Uç, Tolga ; Dertli Saloğlu, Didem ; 801221010 ; Afet YönetimiAfetlerin meydana geldiği konum ve etkilenen çevre bölgeler için uzun süre etkisi gözlenebilecek ikincil tehditler ve riskler meydana gelebilmektedir. Bu tehditler ve riskler özellikle endüstriyel alanda yapılaşmanın yoğun olduğu bölgelerde olası bir yıkıcı deprem senaryonun yaşanması halinde ikincil afetlerin oluşma ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Büyük şehirlerin barındırmış olduğu endüstriyel tesisler ve bu tesislerin merkezi yerleşim alanlarının yoğunlaşmış olduğu bölgelerde faaliyet göstermesi, olası bir yıkıcı deprem senaryosu ile birlikte yangın ve patlama gibi ikincil afetleri de beraberinde getireceği açıktır. Endüstriyel tesislerde farklı alanlara çok sayıda hammadde, yarı mamul ve mamul kullanılmakta olup bu maddelerin olası bir depremin domino etkisi ile ikincil bir afet olarak yangın ve patlama riski oluşturması ve bu riskin yaşanması literatürde son yıllarda Natech kavramı olarak tanımlanmaktadır. Bu tez çalışmasının amacı, Natech kazalarının meydana gelme potansiyelini değerlendirerek bu konudaki risk analiz metotları ve konu ile alakalı yapılmış olan detaylı araştırmaları sunmaktır. Sunulan çalışmada, geçmişte yaşanmış Natech kazaları ve bu kazaların sonucunda oluşturulmuş raporlar incelenmiş, bu kazaların çevre üzerindeki etkileri ve Natech kazaları üzerinde kullanılabilecek risk analizi metotları derlenmiştir. Bu bağlamda, Natech kazalarını tetikleyecek öncül afetler meydana gelmeden önce kentsel bölgelerdeki tesislerin Natech risk analizlerinin yapılması önerilmektedir. Doğa kaynaklı afetlerin tetikleyebileceği Natech kazaları sonucunda hayati riskler ve çevre sorunları ile karşılaşılmaması, afet sonrası sürdürülebilir bir müdahale ve iyileştirme sürecinin oluşturulması ve diğer ekonomik ve sosyolojik kayıpların minimize edilmesi için Natech risk analizi ve Natech risk yönetimi çalışmalarının yapılması ve sonuçların değerlendirilmesi önem arz etmektedir. Sunulan tez çalışması kapsamında derlenen bilgiler ışığında Natech risk analizi ve risk yönetimi kavramları hakkında gelişmiş bir bilgi sunulmaktadır.
-
ÖgePetrol ürünleri kaynaklı endüstriyel kazaların etki alanı modellemesi(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2024-06-12) Koraş, Derya ; Dertli Saloğlu, Didem ; 801211003 ; Afet YönetimiEndüstriyel tesisler, çeşitli sektörlerde hammadde ve bileşenlerin işlenmesi, üretimi ve depolanması için malzeme, ekipman ve işgücü gibi kaynakların organize edilerek faaliyetlerin gerçekleştirildiği fiziksel mekanlardır. Çeşitli kimyasallar ile işlem yapılan bu işletmelerde, beklenmedik toksik, reaktif veya yanıcı sıvı ve gaz salınımları sonucunda ortaya istenmeyen sonuçlar çıkabilmekte ve bu olaylar canlılarda ve çevrede beklenmedik etkilerin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. İtalya'nın Seveso kasabasında gerçekleşen endüstriyel kaza sonrasında, endüstriyel kazaların oluşmasının engellenmesi ve gerekli önlemlerin alınması amacıyla hazırlanmış olan Seveso Direktifi kabul edilmiştir. Önce Bhopal'de ve Mexico City'de, sonrasında da Enschede, Baia ve Toulouse'daki yaşanan kazalar direktifin tekrardan gözden geçirilmesi gerekliliğini ortaya koymuş ve AB, SEVESO II'nin kapsamını genişleterek direktifi 16 Aralık 2003 tarihinde yayımlamış ve bu direktif ile tehlikeli maddeler içeren büyük endüstriyel kazaların önlenmesine yönelik çeşitli kontrol yükümlülükleri getirmiştir. Seveso-II Direktifinin ülkemiz mevzuatına uyumlaştıran "Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik (BEKRA)" Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nca oluşturulan bir komisyon hazırlanarak, 30 Aralık 2013 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Büyük endüstriyel kazaların önlenmesi, önlenemediği durumlarda da etkilerinin azaltılarak, canlı ve çevre için olası bir kazada kayıpların önüne geçilmesinde önemli bir adımdır. Endüstriyel kazalarda olası yangın, patlama ve toksik yayılım alanlarını hesaplayabilmek için kantitatif kaza modelleri bulunmaktadır. Kazanın olası sonuçları, kazanın öznesi olan kimyasal maddenin cinsi ve miktarı, olay ve ortamın fiziksel koşullarına göre farklı davranan yangın, patlama ve dağılım modelleri kullanarak mesafe ve zamana bağlı olarak nicel olarak tahmin edilebilmektedir. Buna yönelik karmaşık model ve yöntemler içeren çeşitli yazılımlar, Türkiye menşeli AFAD-EKA, Hollanda menşeli TNO EFFECTS yazılımı, Norveç menşeli PHAST yazılımı, ABD menşeli ALOHA yazılımı, AB menşeli ADAM yazılımı vb., mevcuttur. Sunulan tezde, EFFECTS yazılımı ile gerçek veriler kullanılarak, petrol ürünleri ve türevlerini tesisinde bulunduran ve BEKRA sistemine kayıtlı alt ve üst seviyeli endüstriyel tesisin kaza sonucu ortaya çıkan yangın ve patlama etki alanı modellemeleri çalışılmıştır. Ortam şartları değiştirilerek, kaza olasılığı hesaba katılmadan, tankın keskin kenarından yırtılma sonucu ortaya çıkan endüstriyel kaza sonucu oluşan jet yangın modeli, genleşen buhar patlaması sonucu ortaya çıkan ateş topu modeli, kimyasal maddenin kaynak etrafında havuzlanması sonrasında meydana gelen havuz yangını modeli, buhar bulutu patlama modeli incelenmiştir.