Mimarın İktidarına Eleştirel Bakmak

thumbnail.default.alt
Tarih
2015-07-22
Yazarlar
Kılıç, Zeynep
Süreli Yayın başlığı
Süreli Yayın ISSN
Cilt Başlığı
Yayınevi
Fen Bilimleri Enstitüsü
Institute of Science And Technology
Özet
Tez çalışması mimarlık ve sosyolojinin arakesitinde dolaşmak çabasının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Güncel mimarlık ortamı ve sosyoloji okumaları çaprazlandığında heyecan verici bir manzarayla karşılaşılması bu çalışmanın ana kaynağını oluşturur. Mimarlık bilgi alanının verileriyle değerlendirilen durumların başka bir kavramsal çerçeve içerisinde ele alındığında sunabileceği düşünülen potansiyeller tezin amacı olarak ortaya konmak istenmiştir.  İlk bölüm, girizgah mahiyetinde çalışmanın ardındaki motivasyonları ortaya koymayı amaçlar. Bundan sonra, mimarlık alanı içerisindeki unsurlar, unsurlar arası ilişkiler ve mevcut durumu mimarlık kavramsal çerçevesi içerisinde ortaya koymak gerekliliği ön görülmüştür. İkinci bölüm, mimarlık alanı içerisinde, alanın üç ana aktörü olan mimar, mimarlık ürünü, kullanıcı arasındaki ilişkileri araştırır. Mimarlık algısının zaman içerisindeki değişimi alan içerisinde mimarın pozisyonunun değişimiyle ilintilidir. İnsanların mimarlığı deneyimleme biçimlerinin değişimi ise alan içerisinde kullanıcının pozisyonunun değiştiğini gözler önüne serer. Bu değişimler mimarlık alanı içerisindeki ilişkilerin yeniden düzenlendiğine işaret eder.  Kentleşme ve kapital arasında zaman içerisinde kurulan kuvvetli bağlar, çok aktörlü mimarlık alanında etkisini artıran bir diğer unsur olarak belirir. Kent ve kapitalin ilişkisi de bu sebeple çalışma için önem kazanır. Günümüz kentlerinde artık kullanıcılar dönüşen kentin müşterisi konumuna gelmişlerdir. Tüm bu değişmeler bize bir zamanlar adı anılmayan mimarın günümüz mimarlık ortamında önemli bir figür haline geldiğini, bir zamanlar kullanıcısına referansla inşa edilen mimarlık pratiğinin ise artık kullanıcısını kaybettiğini gösterir. Mimarın daha güçlü bir pozisyona gelip kullanıcının denklemden silinmesi, mimarın mimarlık ürünüyle baş başa kaldığı bir portre çizer. Öte taraftan, kapital ve kent arasındaki ilişkinin gittikçe önem kazanması mimarlık alanını domine etmeye başlamasına yol açar. Böylelikle kapital, alan içerisindeki bir diğer kuvvetli figür olarak belirir. Bir yandan, mimarın rolünün ağırlığının artmasıyla beraber mimar ve mimarlık ürünü arasındaki ilişki kuvvetlenirken, öte yandan kapitalin mimarlık alanına sürekli müdahalesi aynı ilişkiyi zayıflatır. Dolayısıyla mimarın mimarlık alanı içerisindeki durumu muğlaklaşır. Mimarın ürünüyle baş başa kalıp kalamadığı ikilemi bizi mimarlık alanına başka kavramlarla bakmaya zorlar.  Üçüncü bölüm mimarlık alanının mevcut durumunu alternatif anlama biçimlerini araştırır. Burada Bachelard, Kuhn ve Wittgestein’ın düşünceleri zihin açıcı bir rol üstlenmişlerdir. Bachelard’a göre mevcut kuramlar zorunlu hakikat konumunu üstlendikçe hata sürekli kendini olumlar. O halde hakikat haline gelmiş mevcut kabullerle yeni olarak tanımladığımız durumu anlamaya çalışmanın çıktısı, sürekli kendisini olumlayan hatalı bir çıktı olacaktır. Öyleyse yeni durumu yeni bir yöntemle anlamaya çalışmak gerekliliği doğar. Thomas Kuhn’a göre her tür sınama, bir hipotez üzerine yapılan her doğrulama ya da çürütme çabası, daha başlangıçtan bir sistem içinde yer alır. Yine Thomas Kuhn’un ve Ludwig Wittgenstein’ın benimsediği yaklaşıma göre, bizim kavramsal sistemimizde yeri olmayan bir yenilik hakkında sorulacak sorulara yine bizim sistemimizde yanıt bulmak olanaksızdır. Bu sorulara yanıt vermeye başladığımız anda, kavramsal sistemimizi değiştirmişiz demektir. Bu düşünceler temel alınarak yeni sorulara ve sorunlara yanıt verebilmek üzere kavramsal sistemde değişikliğe gitmek bu bölümde önerilmiştir.  Bourdieu sosyolojisini bu amaçla araçsallaştırmanın iki önemli nedeni vardır, ilişkisellik ve düşünümsellik. Bourdieu sosyolojisinin önemli kavramlarından olan ilişkisellik, unsurların içkin özelliklerinden ziyade birbirleriyle olan ilişkilerine odaklanmanın sistemi anlamada oldukça önemli bir yeri olduğunu söyler. Düşünümsellik ise sistemi anlamaya çalışan bireyin kendisinin de sistemin bir parçası olduğu farkındalığıyla hareket etmesini amaçlar. Böylesi bir düşünümsel teyakkuz hali içerisinde kapital, iktidar ve çıkar kavramlarını ilişkisel olarak düşünmenin katkı sağlayabileceği düşüncesiyle mimarlık sosyolojisi alternatif bir yöntem olarak üçüncü bölümde önerilmiştir. Yapılandırılmış olduğunu farketmenin yapıyı doğru okuyabilmenin ön şartı olduğu bilgisiyle mimarın durduğu yeri daha iyi analiz etmesinin mimarlık alanı içerisinde daha iyi pozisyon almasına olanak sağlayıp sağlayamacağı sorusu dördüncü bölümü ortaya çıkarmıştır. Kültürün tahakküm aracı olarak kullanılmaya müsait yapısı kültür üreticisi olan mimarı ve kültürel bir pratik olan mimarlığı ister istemez iktidarla ilişki içerisine sokar. Bu sebepten dördüncü bölüm iktidar kavramını ele alarak başlar. Devamında, yine Bourdieu sosyolojisinin kavramlarının yol göstericiliğinde, bir çıkar üretme mekanizması olarak kapital ve biçimlerinin nasıl işlediği aktarılmaya çalışılmıştır. Bunların sonucunda çıkar üreten mekanizmaları okumanın kolaylaşması ve mimarın durduğu yerin daha iyi analiz edilebilmesi beklenmektedir. Bu beklenti çerçevesinde son olarak Bourdieu’nün entelektüeller hakkındaki eleştirileri ışığında mimarlığa entelektüel bir pratik olarak bakılmaya çalışılmıştır.  Simgesel iktidar ve simgesel şiddet kavramlarının yardımıyla entelektüel olarak mimarın konumunu açığa çıkarmanın mimarlık alanı içerisinde mimarın konumunu netleştirmeye yardımcı olabileceği görülmüştür. Sonuç olarak tez kapsamında, mimarın ürünüyle baş başa kalıp kalamadığı, mimarlık bilgisine diğer bir deyişle kültürel kapitale sahip mimarın alan içerisinde sermaye sahipleriyle diğer anlamıyla ekonomik kapital sahipleriyle karşı karşıya kaldığında nasıl bir pozisyon aldığı, ya da alabileceği sorularını cevaplamak için yeni kapılar aralayabileceği düşünülen sosyolojik bir kavramsal çerçeve çizilmeye çalışılmıştır. Bu aslında tüm alanlar için geçerli teori pratik karşılaşmasının da başka bir okuması olarak ele alınabilir. Tüm bu okuma çerçevesinde mimarın sosyolojik çerçevenin sağladığı araçlarla durduğu yeri daha iyi analiz edebileceği, bunun sonucunda da daha iyi pozisyon alabileceği iddiası tez çalışmasında ortaya konmaya çalışılmıştır. Bourdieu’ye göre tahakküme direnmenin hatta tahakkümü ortadan kaldırmanın yolu da ancak böylesi bir açık etme çabasıyla mümkün kılınabilir.
This study emerges from an attempt to work in the intersection area of architecture and sociology. The exciting idea of intercrossing the contemporary architectural world with the sociological discourse formed the basis of this research. Rethinking the situations, which have always been considered under the context of architectural knowledge, in an alternative frame could bring out a great potential to evaluate our former repertoire in a different way. This work aims to put these potentials on the table for further discussions .  First chapter aims to set forth the motives behind this study. Afterwards, it is thought to be necessary to put forward the contemporary situation of architecture, the components and the relationship between the components of the field of architecture, in an architectural context.  Second chapter, tries to discover the relations between the main elements of the field of architecture, architect, architectural product, and user. The change in the perception of architecture in time is closely related with the change of the architect’s role in the architectural field. And the change in the ways how people experience the architecture reveals the adjustment of the position of user in the architectural field. These changes indicate that the correlations in the field of architecture has been rearranged.  The bonds between urbanisation and capital, which has been constructed in a long period of time, come to play an ever increasing role in the multi-faceted architectural field. Because of this situation, the relation between city and capital gains importance. Consequently, in today’s urban environment users come to be the consumers of the city.  All these changes show us that architect, who is once not recognised in the field of architecture, becomes an important figure, and users, who are the main element of the built environment, now become vague in an architectural context. The growing value of the role of architecture and the evanesce of the user from the equation, creates a scene in which architect and the architectural product are side by side and alone. On the other side, the growing significance of the relation between city and capital causes the relation to dominate the field of architecture. In this way capital emerges as an substantial figure in the field. On the one hand, with the increasing significance of architect, the relation between architect and the architectural product grows strong. On the other hand, the ongoing intervention of capital weakens the very same bonds. Therefore the position of architect in the field of architecture becomes ambiguous. In this way, the dilemma about architect’s being alone with its product or not forces us to use other concepts for analysing the architectural environment.  Third chapter investigates the alternative ways of understanding. Here, the ideas of Bachelard, Kuhn and Wittgenstein have mind refreshing effects. As for Bachelard, as long as the current theories have the position of absolute truths, the mistake affirms itself all the time. In that case, the outcome of the effort to understand a new situation with the current acknowledgments will be an erroneous outcome which affirms itself all the time. Therefore, the necessity to understand new situations with new methods occur. For Thomas Kuhn, every kind of proof, every attempt to prove or refute an hypothesis, is always already in a system. Again, as for Kuhn’s and Wittgenstein’s approach, it is impossible to answer the questions which are about an innovation out of our conceptual world. When we start to answer those questions, it means that we have changed our conceptual system. Using these considerations as a base, in this chapter, it is suggested to change our conceptual framework in order to be able for answering new questions, and handling new situations. According to this objective, there are two reason for utilising the sociological approach of Bourdieu: one is relationality, the other is reflexivity. Relationality, as one of the main concepts of Bourdieu’s sociology, suggests that, in order to understand the system, it is crucial to focus on elements’ interrelations rather than on their intrinsic values. As for reflexivity intends to act with the knowledge that the observer itself is also a part of the system which it observes. With the assertion that in this kind of reflexive vigilance methodology, considering the power, capital and interest relationally may contribute to the field of architecture, in order to analyse its circumstances. With these suggestions in mind, a sociology of architecture is proposed as a method in the third chapter.  Considering the fact that to be able to read the structure truly, it is necessary to have the knowledge of everyone is a part of that very system, fourth chapter emerges from a question whether it is possible to take a better position after analysing the current situation in the field of architecture, or not. Culture has a tendency to be used as a tool for domination. That is why the architect, producer of culture, and the architecture as a cultural practice willingly or unwillingly interacts with power. This is the reason behind starting the fourth chapter with the concept of power in sociology.  Afterwards, again with the help of the terminology of Bourdieu, capital as a way of producing interest, and how types of capital work are examined. As a consequence of these, it is expected to make it easier to analyse the mechanism of interest, and the position of architect in the current situation. Under the light of this expectation, lastly, it is intended to look at architecture as an intellectual practice. It is established that with the help of concepts symbolic capital and symbolic violence, it is possible to help to understand and clarify the position of architect as an intellectual.  As a consequence, throughout the study, sociological conceptual framework is created to answer following questions: can architect stay alone with its product, how architect as a cultural capital holder take a position when she confronts with the economic capital holder, or how other positions can she takes? It is believed that another conceptual framework can open up new opportunities to have another vision. This study is also can be considered as an examination of the theory practice contradiction which is valid not only in the field of architecture but more or less in every field. This research strongly suggests that we can use a sociological framework to analyse the current situation better, and take a more powerful position in the field of architecture. For Bourdieu, this kind of revealing and exposition is the only way to defeat domination and overcome power practices.
Açıklama
Tez (Yüksek Lisans) -- İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015
Thesis (M.Sc.) -- İstanbul Technical University, Institute of Science and Technology, 2015
Anahtar kelimeler
mimarın rolü, mimarlık sosyolojisi, iktidar, düşünümsellik, role of architect, sociology of architecture, power, reflexivity
Alıntı