LEE- İşletme-Doktora
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Gözat
Sustainable Development Goal "Goal 9: Industry, Innovation and Infrastructure" ile LEE- İşletme-Doktora'a göz atma
Sayfa başına sonuç
Sıralama Seçenekleri
-
ÖgeElektrikli araçların şehir içi yük taşımacılığında kullanımı(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-07-02) İmre, Şükrü ; Çelebi, Dilay ; 507152005 ; İşletme MühendisliğiTüm dünyada artan çevre kirliliği çevresel endişeleri gündeme getirmektedir. Karbondioksit emisyonu çevre kirliğine neden olan etmenlerin başında gelmektedir. Her ne kadar fosil yakıtlar dünyada tükenmeye başlasa da halihazırda ulaşım sektörünün yoğun kullandığı yakıt türü olarak karbon emisyonuna olan olumsuz etkisi devam etmektedir. Hem azalsa da zarar verici olmaya devam eden fosil kaynaklara olan bağımlılığı azaltmak hem de petrol fiyatlarının artmasının getirdiği maliyet sorunlarını aşmak için ulaşım sektörü yeni arayışlara yönelmektedir. Bu noktada, gelişen teknolojiyle birlikte elektrikli araçların kullanımı bir çözüm olarak görülmektedir. Yük taşımacılığında elektrikli araçların yayılması ve dolayısıyla yaşanan çevresel kirliğinin azaltılması mümkün hale gelmektedir. Bu çalışmada, pilot bölge olarak seçilen İstanbul'da, kent içi yük taşımacılığında elektrikli araçların kullanımı potansiyelinin tahmin edilmesi amaçlanmaktadır. Bu amaca erişebilmek için elektrikli araçların kullanımıyla ilgili seçimler ve ilgili faktörlerin analitik bir analizi yapılmıştır. Bu analitik analiz yardımıyla, İstanbul'daki şehir içi yük taşımacılığında faaliyet gösteren kurumlar için mesafe ve yük bazlı elektrikli yük araç seçim modeli oluşturulmuş ve bu seçim modeli yardımıyla ilk olarak çalışma kapsamına alınan firma için filo içerisinde elektrikli araç ve geleneksel araçların birlikte yönetildiği hibrit filoya ait araç tür yüzdeleri bulunmuştur. Böylelikle, İstanbul kent içi yük ulaşımındaki sektörler ve seçilen firma için elektrikli araç kullanım potansiyeli tahmin edilmiştir. Dolayısıyla, İstanbul kent içi yük taşımacılığında faaliyet gösteren firmalar ve seçilen firmanın kent içi yük taşımacılığı faaliyetlerinde kullandığı araç filosuna, elektrikli araçların eklenmesi için bir karar modeli önerilmiştir. Bu analitik analiz içerisinde ilk olarak elektrikli araçların kullanım potansiyeline etki eden değişkenler ortaya çıkarılmıştır. Bununla birlikte, elektrikli yük araçların karşılaştıkları engelleyicileri ve kolaylaştırıcıları bulmak için elektrikli araç ekosistemde bulunan paydaşlar ile bir araya gelerek bir arama toplantısı düzenlenmiştir. Bu aşamaya kadar elde edilen iç görüler literatür çalışmasının bulgularıyla birleştirilerek seçim modelinde kullanılacak değişkenler seçilmiştir. Çalışma kapsamında seçilen pilot bölgede faaliyet gösteren bir perakende firmasının sefer verilerinden yararlanılarak seçim senaryolarını içeren bir seçim (stated preference) anketi oluşturulmuştur. Anket tasarımında ortogonal deney tasarımından (orthogonal design of experiment) yararlanılmıştır. Çalışmanın bulgularına göre, elektrikli araç kullanım potansiyeli araç türlerine ve sektörlere göre farklılık göstermektedir. Ayrıca, araç tipleri arasındaki sefer süreleri farkına göre senaryolar üretilmiştir ve bu senaryolar kapsamında araç kullanım potansiyeli değişmektedir. Kısaca oluşturulan senaryolar, geleneksel ile elektrikli aracın sefer sürelerinin eşit olmasından başlayarak sonraki her bir senaryoda kademeli %10 arttırılmıştır. Toplamda beş farklı senaryo ile araç kullanım potansiyeli ortaya çıkarılmıştır. İstanbul'da kent içi taşımacılıkta kullanılabilecek elektrikli araç oranları, sektörlere göre ağırlıklandırıldığında ve çalışma kapsamında değerlendirilen iki tür araç arasındaki sefer süresi farkına dayalı senaryolar dikkate alındığında %20,4, %11,6, %6,4, %3,5 ve %2,0 olarak ortaya çıkmıştır. Diğer yandan, çalışma kapsamına alınan firma filosuna ait elektrikli araç kullanma oranı senaryolar baz alınarak %31,7, %25,4, %21,0, %17,5 ve %14,6 olarak belirlenmiştir. Firma ve filo özelliklerine (barındırdığı araç türleri, taşıdığı yük türü vb.) göre bu oranlar değişkenlik göstermektedir. İstanbul geneli ve firmaya ait filo için elde edilen bu oranlar, filoların çoğuna elektrikli araç eklenebileceğini göstermektedir. Ayrıca, elde edilen bu oranlar ve ilgili diğer veriler yardımıyla İstanbul'da yük taşımacılığındaki sektörlerden ve seçilen firmadan kaynaklı karbondioksit emisyon miktarının, elektrikli araçların kullanımı ile sırasıyla %15,0 ve %25,8 oranında azalabileceği tahmin edilmiştir. Böylelikle, yük taşımacılığında kullanılan geleneksel ve elektrikli araçların bir arada olacak şekilde hibrit bir filo yapısına geçilebileceği sonucuna varılmıştır. Bu geçişin ilk olarak perakende, imalat, konaklama ve yiyecek sektörlerinden başlaması diğer sektörlere göre elektrikli araç kullanımının daha olumlu sonuçlar verme potansiyeli olduğu bulgusuna varılmış ve bu sektörlerde ulaşımda elektrikli araçların katılımını hızlandıracak düzenlemelerin yapılması önerilmiştir. Ayrıca, elektrikli araçlarla yapılan seferlerde geleneksel araçlara göre sürenin artması, kullanım potansiyelini düşürdüğünden elektrikli araçlara sefer süresini kısaltacak, özel park alanlarının tahsis edilmesi, şehir içindeki belirli noktalara sadece elektrikli araçların girmesine yönelik düzenlemelerin yapılması önerilmiştir.
-
ÖgeEmbedded information content in bonus and rights issue announcements for selected stock exchange markets(Graduate School, 2021-07-14) Işıker, Murat ; Taş, Oktay ; 403132004 ; Management ; İşletmeThe purpose of the dissertation is fourfold: First, to measure market anomaly around the bonus and rights issue announcements for selected stock exchange markets for 2010-2019. Second, to identify the motives behind the market anomaly by using issue characteristics and firm-specific factors. Third, to analyse the long-run operational performance of capital-raising firms via bonus and rights issues. Fourth, to provide policy implications to the regulatory bodies and market participants that will help to reduce the level of market inefficiency. Market reactions are calculated using event study methodology in three aspects. We analyse post and pre-announcement periods to measure event-induced anomaly and possible information leakage, respectively. Moreover, we aim to compute the magnitude of the total market anomaly around the event days by covering both periods. The market model is applied as the primary tool for expected return calculations. Since a daily time frame is preferred, the estimation period covers a trading year return data prior to the event. The main analysis surrounds the period ten days before and after the event. We also use shorter periods to control possible confounding event effects. For the multi-country level analysis, after measuring the market reaction for each country, we perform a multivariate linear regression analysis to explore the possible factors that cause the market anomaly. We use firm-specific variables as well as issue type characteristics for this purpose. Finally, we investigate the long-run operational performance of the issuers, which covers three years before and after the event. For Turkey specific analysis, we use hand-collected data derived from the Public Disclosure Platform of Turkey (PDP) to obtain announcement dates as well as other details specified within the announcement. These details convey embedded information content that is not available on other platforms. Thus, we create sub-groups using these details to reveal if any hidden factor can explain the variations on stock returns during bonus and rights issue announcements. These sub-groups are compared using one-way ANOVA and independent two-sample t-tests. We also use post-hoc tests for further examination. Our findings provide evidence regarding a positive market anomaly around bonus issue announcements in different magnitudes for all sample countries. The information leakage effect, which occurs before the announcement, is detected for all countries except Taiwan. However, the post-announcement market anomaly is valid only for India, Pakistan and Turkey. Regression findings show that issue size is the primary determinant of the abnormal returns, while the firm size and dividend yield are found significant in some cases. Profitability and leverage level indicators cannot explain the variation in abnormal returns. Moreover, long-run performance analysis results indicate that profitability after the event quarter has a downward trend, which means that the signalling assumption does not hold for the sample countries. Investment expenditures are stable generally, while there is a slightly positive trend after the event quarter for Thailand and Turkey. Turkey-specific analysis results show that when internal resources are distributed as bonus shares, the market reaction is higher than those distributed from last year's net income. In addition, internal resources sub-groups also have different characteristics. The market reaction is higher for inflation adjustment on equity group than other in-ternal resource groups. Nonetheless, the largest sized issue group, which contains issues over 75%, cause the highest abnormal returns, while a market anomaly is not detected for the smallest sized issues. Last but not least, the announcement effect regarding the initial bonus issues differs from the subsequent ones. We cannot docu-ment any significant differences among the groups that are formed according to in-dustrial classification, the timing of the issue and market sentiment. Finally, although we observe a liquidity improvement after the bonus issue, the change is not signifi-cant. The fourth chapter includes analyses on the effect of rights issue announcements. Our findings signify the presence of information asymmetry and agency problem for rights issuer firms. Also, the pecking order theory holds for most countries. Unlike the bonus issue case, we show that shareholders do not perceive these announce-ments as favourable in all countries except for Brazil and the UK. The worst perfor-mance is detected in Turkey by -5% within two days. The information leakage effect is weak for the rights issue case, which is found only in the UK. Regression findings indicate that discount rate, idiosyncratic risk level and low-growth indicator are nega-tively, and market sentiment is positively related to abnormal returns for the pooled data. Similarly, the country-specific regressions show that the discount rate is nega-tively associated with abnormal returns in all countries except for Thailand. In addi-tion, Pre-announcement returns affect market reaction positively in Turkey. Finally, the long-run analysis indicates that firms mostly used raised funds to cut their debt burden right after the event quarter. However, the debt level continues to deteriorate afterwards in all countries except France and the UK. In general, the right issues do not improve the firm's profitability, while weak and temporary investment expendi-tures are detected in Germany and Thailand. The fifth chapter provides empirical findings of Turkey-specific analysis. Take-up rate is detected 95% on average, while Turkish firms raised more than 25 billion TRY in ten years via rights issues. We document significant different market reactions for private placement (by 3%) and pure rights issue announcements (by -6%) for the (0,5) event window. We assert that the shareholder approval requirement is the major de-terminant for the difference. Also, when bonus shares are used simultaneously with rights issues, the market reaction becomes positive. On the other hand, market reac-tion is more adverse for higher-sized issues than lower-sized ones. Results fail to show a difference among groups formed according to commitment type, the use of proceeds, issue sequence and industrial classification. The dissertation is novel in examining several emerging markets, particularly regard-ing the short-run announcement effect and long-run operational performance of bo-nus issuing firms. Also, originality can be attributed to the rights issue case, where we compare several developed and developing countries together by using multiple fac-tors, including firm and issue-specific characteristics. Finally, it is the first study for Turkey that examines the detailed information retrieved from bonus and rights issue announcements to identify country-specific determinants of market anomaly by using hand-collected data.
-
Ögeİş sağlığı ve güvenliği bağlamında örgütsel güven ve güvensizliğin öncülleri: Örgütsel ve kurumsal etkiler(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-06-01) Gümüştaş, Cihangir ; Akdoğan, Fatma Küskü ; 403162006 ; İşletmeKısa vadede şirketler için zaman ve maliyet baskısı yaratan iş güvenliği önlemlerinin alınmaması ya da yüzeysel olarak uygulanması, uzun vadede hem şirketler için hem de çalışanları için çok daha büyük maddi ve manevi kayıplara yol açabilmektedir. Her ne kadar devlet tarafından zorlayıcı ve bağlayıcı iş güvenliği yasaları çıkartılsa da Türkiye'de iş kazalarına bağlı ölüm sayıları her yıl artış göstermektedir. Buradan hareketle, bazı önemli sorular ortaya çıkmaktadır. Devlet tarafından iş sağlığı ve güvenliğini artırmak için birçok zorlayıcı yasa çıkartılıp yaptırımlar oluşturulurken, şirketler bu önlemleri almakta neden bu kadar isteksiz davranmaktadırlar? Şirketler kazaların olacağını ön görme konusunda sorunlar mı yaşamaktadır? Yoksa şirketler aslında ileriyi öngörebilmekte, ancak gerekli önlemleri alma konusunda isteksiz mi davranmaktadırlar? Diğer yandan, yasal düzenlemelere rağmen, örgütlerin ileride oluşabilecek kazalara yeterince önem vermeyip gerekli önlemleri almamaları, çalışanların örgütlerine güvensizlikleri açısından ne tür sonuçlar doğurmaktadır? Bu sorulara yanıt verebilmek amacıyla, bu tezin ilk aşamasında örgütsel güvensizlik kavramı keşifsel bir yaklaşımla ele alınmış ve kavramın Türkiye'de iş güvenliği alanındaki öncülleri incelenmiştir. Yönetim alanındaki birçok kavram, refah toplumunu temsil eden batılı ülkelerde (özellikle Kuzey Amerika bağlamında) geliştirilmiştir ve genellikle Kuzey Amerika merkezli varsayımlar (bireycilik, düşük güç mesafesi ve refah toplumu gibi) üzerine temellendirilmektedir (Tsui, 2007; Wasti ve diğ., 2011). Bu sebepten ötürü, kavramların diğer bağlamlara aktarılmasında anlam ve ölçüm açısından zorluklar ortaya çıkmaktadır. Bu amaç doğrultusunda, örgütsel güvensizlik kavramı kendine özgü dinamikleri olan bir çevre ülke olan (Üsdiken, 2014) Türkiye'de keşfedici bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Ayrıca, güven ve güvensizlik kavramlarının iki farklı kavram olup olmadığı tartışmalarından ötürü, son zamanlarda ilgili yazında güvensizlik kavramının öncüllerinin ayrıca incelenmesi gerekliliği vurgulanmaktadır (Guo ve diğ., 2017). Bu amaç doğrultusunda, konu ile ilgili en fazla ve güvenilir bilgiye sahip olduğu düşünülen iş sağlığı ve güvenliği (İSG) uzmanları ile iş sağlığı ve güvenliği ön lisans programlarında ders veren akademisyenlerden online soru formu aracılığıyla toplanmıştır. Linkedin sosyal ağ platformu kullanılarak 212 kişiye ulaşılmış (189 İSG uzmanı, 23 Akademisyen) ve veri toplanmıştır. Katılımcılara açık uçlu sorular şeklinde; (1) kazalarının önlenmesinde çalışanların kurumlarına duydukları güvenin rolü olup olmadığı ve nedenleri, (2) iş kazalarının önlenmesinde çalışanların amirlerine duydukları güvenin bir rolü olup olmadığı ve nedenleri, (3) Türkiye'de yüksek güvenlik gerektiren sektörlerde çalışanların örgütlerine duydukları güvensizliğin nedenleri ve (4) bu güvensizliği gidermek için neler yapılabileceği sorulmuştur. Elde edilen sonuçlara Hsieh ve Shannon'ın (2005) önerdiği şekilde içerik analizi uygulanmıştır. Özetle, tüm yanıtlar çevrimiçi (online) olarak kaydedilmiştir ve yazılı hale getirilmiştir. Akabinde, transkriptler ve ilgili yazın okunmuş ve akabinde verileri sistematik olarak özetlemek için kodlama kılavuzu tasarlanmıştır. Kodlama kılavuzu oluşturulurken hem ilgili yazın hem de elde edilen veri setinden yararlanılmıştır. İki bağımsız kodlayıcı, kodlama kılavuzuna uygun olarak 204 katılımcının geçerli yanıtından toplam 632 ifade kaydetmiştir. Devamında, kaydedilen ifadeler, kodlayıcılar tarafından kodlama kılavuzuna göre ilgili sınıflandırmayla eşleştirilmiştir. Her iki kodlayacının aralarındaki uyumu görebilmek adına, kodlayıcılar arası tutarlılığı ölçen Krippendorff katsayısı hesaplanmış ve 0.768 olarak bulunmuştur. Bu oran keşifsel nitelikte çalışmalar için kabul edilebilir en düşük güvenirlik değerinin (0.667) üzerindedir (bkz: Krippendorf, 2018). İçerik analizi sonuçlarına göre, Mayer ve diğ. (1995) tarafından güven öncüllerini belirlemek için oluşturulan yetenek, iyi niyet ve dürüstlük modelinin zıttı olan yeteneksizlik, kötü niyet ve aldatma boyutları Türkiye'de iş güvenliği alanında örgüte duyulan güvensizliğin öncülleri olarak bulunmuştur. Ayrıca, bu üçlüye ilave olarak, çevresel etkenler isimli bir dördüncü boyut da elde edilmiştir. Araştırma bulguları her ne kadar Mayer ve diğ. (1995) modeliyle örtüşse de, araştırma sonuçlarında bağlamın etkisinin hissedilir olduğu görülmüştür. Örneğin, kötü niyet öncülünün güvensizlik gelişimindeki en önemli etken olarak ortaya çıkması (%56.8), Türkiye'de yerleşik olan toplulukçu normların etkisiyle açıklanabilir. Ayrıca, yazında duygu odaklı güven (affect-based-trust) tanımı ve ölçümünde işyerindeki ilişkilere odaklanılırken (McAllister, 1995), hijyen faktörlerinin çok önceden çözüldüğü varsayılmaktadır. Bununla birlikte, çalışmamızın en önemli bulgularından biri, hijyen faktörlerinin örgütsel güvensizlik oluşumu üzerinde göze çarpan etkisinin bulunmasıdır. Ayrıca, çalışmamız yazındaki daha önceki çalışmalarla kıyaslandığında (ör. Gunningham ve Sinclair, 2011) devletin iş güvenliği önlemlerini uygulamadaki yetersizliği, aile işletmesi olma ve örgütlerin kendilerini paydaşlarına iş güvenliği önlemlerini alıyormuş gibi göstermeleri gibi bağlama özgü etkenler öne çıkmaktadır. Diğer yandan, analiz sonuçlarına göre, güvensizliğin giderilmesi için bulunan stratejiler devlet denetimi ve teşvikleri, şirket güvenliği liderliği, temel haklar ve çalışma ortamındaki gelişmeler, organizasyonel yapıdaki iyileştirmeler ve çalışanlara değer vermek şeklindedir. Araştırmamıza göre, en önemli ve araştırma bağlamına özgü unsur, devletin rolünün ve öneminin öne çıkmasıdır (%36,5). Daha önce de tartışıldığı gibi, Türkiye'de ücretler ve sosyal güvenlik gibi konular, kuruluşların takdirine bırakılmıştır ve devlet halen Türkiye'deki iş ortamını şekillendirmede baskın aktördür (Buğra, 2017). Bu nedenle, katılımcılar, kuruluşların güvenli bir ortam oluşturmak için harekete geçmesini beklemek yerine, devletin işyeri güvenliği konusunda harekete geçmesinin daha temel ve olumlu çözümlere yol açabileceğini düşünüyor olabilirler. Birinci çalışmada elde edilen sonuçlar doğrultusunda nicel bir araştırma modeli oluşturulmuş ve test edilmiştir. Çalışma 1'de elde edilen sonuçlara göre, örgütsel güvensizliğin oluşumunda örgüte dair özelliklerin yanı sıra, dış çevreden kaynaklanan unsurların da rolü olduğu görülmüştür. Bu bulgular ışığında, Çalışma 1'de elde edilen sonuçları daha iyi anlayabilmek amacıyla Kurumsal Kuram, Yönetsel Miyopluk ve Güvenlik İklimi kavramlarından yararlanılmıştır. Güvenlik iklimi, "güvenlik politikaları, uygulamaları ve süreçlerine dair örgüt çalışanları tarafından paylaşılan algılar" olarak tanımlanmaktadır (Zohar, 2011, s. 318). Geçmiş çalışmalar yüksek güvenlik gerektiren örgütlerde güvenlik ikliminin oluşumunda ağırlıklı olarak bireysel (Fang ve diğ., 2006) ve örgütsel etkenlerin (Lingard ve diğ, 2010) rol oynadığını belirtmektedir. Diğer yandan, son zamanlarda dışsal faktörlerin de örgüt içerisinde oluşturulacak olan güvenlik iklimi üzerinde etkili olabileceğine dair araştırmalar bulunmaktadır. Örneğin, Zhou ve diğ. (2011), devlet ve piyasa mekanizmalarının örgüt içerisinde güvenlik iklimi inşa edilmesinde önemli etkenler olduğunu belirtmektedir. Zorlayıcı kurumsal baskılar, DiMaggio ve Powell (1983) tarafından, örgütlere bağımlı oldukları diğer örgütler tarafından dayatılan resmi ve gayri-resmi baskılar olarak tanımlanmıştır. Türkiye'de yürürlükte olan, 20 Haziran 2012 tarihli 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması ve mevcut sağlık ve güvenlik şartlarının iyileştirilmesi için işveren ve çalışanların görev, yetki, sorumluluk, hak ve yükümlülüklerini düzenlemektedir ve devlet tarafından örgütlere dayatıldığı için örgütler üzerinde zorlayıcı bir kurumsal baskı aracı olarak ele alınmıştır. Bu çalışmada, zorlayıcı kurumsal baskıların örgüt içerisinde güvenlik iklimi oluşumunu olumlu yönde etkileyeceği ve devamında örgütsel güvensizliği azaltacağı iddia edilmektedir. Ancak, kurumsal baskıların örgütler içerisinde bir güvenlik iklimi yaratmasında örgütlerin kısa dönemci yaklaşımı rol oynayabilir. Kısa dönemli getiriler için uzun dönemli getirileri ötelemek ya da yalnızca kısa dönemli getirilere odaklanmak olarak tanımlanan (Laverty, 2004) yönetsel miyopluğun yüksek olduğu örgütlerde, iş güvenliği uygulamalarının hayata geçirilmesinin bürokratikleşmeyi artıracağı ve bu uygulamaların istenen sonucu veremeyeceği iddia edilmiştir (Rocha, 2010). Hatta örgütler için zarara yol açacağı kaygısı nedeniyle bu uygulamaların görünürde uygulanacağı belirtilmektedir (Nielsen, 2000). Buradan yola çıkarak, yönetsel miyopluğun kurumsal baskılar ve güvenlik arasındaki ilişkiyi düzenleyeceği iddia edilmiştir. Araştırma modelini test etmek için Türkiye'de inşaat, maden ve tersane alanlarında faaliyet gösteren yerli ve uluslararası şirketlerde çalışan, iş güvenliği uzmanı, mühendis ve saha elemanlarına Linkedin aracılığıyla internet üzerinden (online) soru formu linki gönderilerek veri toplanmıştır ve 794 adet geçerli yanıt analize dahil edilmiştir. Analizde kullanılan soru formunun geçerlilik ve güvenilirliğinin sınanması için sırasıyla keşfedici faktör analizi ve doğrulayıcı faktör analizi yapılmıştır. Daha sonra, SPSS istatiksel analiz programı ve Hayes (2018) eklentisi kullanılarak ilgili model test edilmiştir. Araştırma sonuçlarına göre, kurumsal baskıların örgüt iklimini olumlu yönde etkilediği ve örgütsel güvensizliği azalttığı bulunmuştur. Ancak bu ilişkinin yönetsel miyopluğun yüksek olan örgütlerde zayıfladığı ya da terse döndüğü sonucuna da ulaşılmıştır. Yönetsel miyopluğun yüksek olduğu örgütler devlet tarafından dayatılan kurumsal baskıları görünürde uygulayarak kısa dönemli kazanımlara odaklanmakta ve sürdürülebilir bir yaklaşımdan uzaklaşmaktadırlar. Böylelikle de örgüt içerisinde bir güvenlik iklimi söz konusu olamamakta ve çalışanların örgüte olan güvensizlikleri devam etmektedir. Bir zorlayıcı kurumsal baskı olarak mevcut iş güvenliği yasası, içeriği itibariyle uygulayıcı şirketlerden yapısal değişiklik, zaman, çalışan katılımı, maddi kaynak ve yeni iç düzenlemeler talep etmektedir. Kısa dönemdeki bu maliyetler göz önünde bulundurulduğunda, kurumsal baskıların uzun vadede can ve mal kaybını önleme vaatleri, yönetsel miyopluğun hâkim olduğu örgütlerde cazip olmaktan çıkmaktadır. Bu bulgular, son yıllarda artarak önem kazanan sürdürülebilirlik kavramının iddialarıyla ters bir şekilde paralellik göstermektedir. Sürdürülebilirlik yaklaşımı örgütlerin faaliyetlerinin birçok paydaş üzerindeki kısa ve uzun dönemli etkilerini de göz önünde bulundurmaktadır (Ehnert ve Harry, 2012). Ancak gerek birinci çalışmada, gerek ikinci çalışmada örgütlerin kısa dönemli ve ekonomik temelli getirilere odaklandığı ve uzun dönemli sosyal ve çevresel getirileri göz ardı ettikleri gözlemlenmiştir.
-
ÖgeSürdürülebilir insan kaynakları yönetiminin uygulanırlığı: Türkiye örneği(Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, 2021-07-05) Göç, Kubilayhan ; Küskü Akdoğan, Fatma ; 403122014 ; İşletmeSürdürülebilir İKY kavramı, araştırmacılar tarafından, örgütsel uygulamaların olumsuz dışsallıklarını açıklamada, sosyal konuların anlaşılmasını sağlamada ve sürdürülebilir bir toplum hedefine ulaşmada bir araç olarak kullanılmaktadır (bkz. Mariappanadar, 2012). Bu tezin temel amacı, Sürdürülebilir İKY kavramının Türkiye bağlamında uygulanırlığının, söylem ve eylem boyutlarıyla incelenmesidir. Böyle bir incelemeye gidilmesinin arkasındaki temel neden, İKY politikalarını geliştiren ve uygulayan kişilerin, çelişkili/karmaşık baskılar altında faaliyet göstermesidir (Kramar, 1992). Uygulayıcılar; ulusal bağlama ilişkin farklılıklar, uygulamaların maliyeti, kurumsal baskılar, paydaş beklentileri ve bunların firma için arz ettiği önem derecesi gibi bir çok faktörü göz önünde bulundurarak karar verdikleri için, söylem ve eylem arasında farklılıklar olması beklenmektedir. Sürdürülebilir İKY'nin temel boyutlarının neler olduğu ve nasıl ele alınması gerektiğine dair yazında farklı değerlendirmeler bulunmaktadır. Ancak "sürdürülebilirlik" kavramının üç temel ayağı olarak bilinen "ekonomi-çevre-toplum" boyutlarını birleştiren çalışmalar çok azdır. Yazında sıkça vurgulanan (Ehnert ve diğ, 2016) bu eksiklik nedeniyle, bu çalışmada, sürdürülebilirlik kavramının ruhuna uygun olarak, bu üç boyutu da kapsayacak bir kavramsallaştırma anlayışı benimsenmiştir. Ayrıca, ilgili yazında var olan yöntemsel eleştiriler de dikkate alınarak (bkz. Anlesinya ve Susomrith, 2020) hazırlanan bu tezin üç araştırma aşaması bulunmaktadır. Söylemin tespit edilmeye çalışıldığı ilk iki aşamada nitel, eylemin tespit edilmeye çalışıldığı üçüncü aşamada ise nicel araştırma yöntemlerinden yararlanılmıştır. Araştırmanın birinci aşamasının amacı, Türkiye bağlamında, firmaların gerçekleştirdiklerini iddia ettikleri (söylem) Sürdürülebilir İKY uygulamalarını tespit etmektir. Bu aşamanın analizi iki adımda gerçekleştirilmiştir. İlk adımda, firmalar için sürdürülebilirlik standartları getiren, Küresel Raporlama Girişimi GRI-G4 Kılavuzu ve Uygulamalar El Kitabı, İKY açısından incelenmiş ve analiz için "Sürdürülebilir İKY uygulamaları rehberi" oluşturulmuştur. İkinci adımda ise, firmaların sürdürülebilirlik raporları, oluşturulan rehber doğrultusunda içerik analizine tabi tutulmuş ve veriler endeksleme yöntemi ile sayısallaştırılmıştır. Bu aşamada yapılan analiz, Borsa İstanbul (BIST) Sürdürülebilirlik Endeksine dâhil olan firmaların 2014-2015 ve 2015-2016 dönemlerinde yayımladıkları sürdürülebilirlik raporlarını kapsamaktadır. Toplamda 44 sürdürülebilirlik raporu yayımlanmış, ancak 36'sına (%82) erişilebilmiştir. İçerik analizi ile, firmaların seçilen Sürdürülebilir İKY uygulamalarını ne oranda raporladıkları tespit edilmiştir. Raporlar değerlendirildiğinde, firmaların daha çok ekonomik ve sosyal boyut uygulamalarına yer verdiği anlaşılmıştır. Çevresel boyuttaki uygulamalara yer verme oranları daha düşük olsa da, firmaların raporlama düzeyinde bu boyutu da ihmal etmedikleri anlaşılmıştır. Ayrıca firmaların ilk raporlama dönemlerinde raporlarında daha ayrıntılı veriler/değerlendirmeler sundukları, sonraki dönemlerde sundukları bilgide nispeten azalma olduğu görülmüştür. Araştırmanın ikinci aşamasında, Sürdürülebilir İKY kavramının yöneticiler /uygulayıcılar tarafından nasıl algılandığı incelenmiştir. Bunun için, BİST Sürdürülebilirlik Endeksine kote firmaların yönetici/uzmanlarından açık uçlu sorular ile veri toplanmıştır (2016-2017 Sürdürülebilirlik endeksine dâhil olan 43 firmanın 17'sinden, toplam 26 yönetici/uzmandan veri toplanabilmiştir). Toplanan veriler içerik analizine tabi tutularak çeşitli tema ve kategoriler altında kodlanmıştır. Bu aşamada, yöneticilerin/uzmanların Sürdürülebilir İKY hakkında ne düşündükleri, bu kavramı nasıl algıladıkları ve işyerlerindeki uygulama niyetleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Böylece, yönetici ve uzmanların bakış açısından Sürdürülebilir İKY'nin öncülleri, uygulamaları ve sonuçlarına ilişkin kavramsal bir çerçeve geliştirilmiştir. Sürdürülebilir İKY'nin gerçekleştirilmesinde sorumluluk sahipleri, önündeki engeller ve çözüm önerileri tespit edilmiştir. Türkiye bağlamında Sürdürülebilir İKY'nin tanımı yapılmış ve bu tanımların mikro, mezo ve makro boyutlarda ele alındığı tespit edilmiştir. Eylem boyutunun saptanmaya çalışıldığı araştırmanın üçüncü aşamasında ise, temel olarak "Türkiye bağlamında firmalarda Sürdürülebilir İKY uygulamaları ne denli uygulanmaktadır" sorusunun yanıtı, örgütlerde çalışanların algıları temelinde belirlenmeye çalışılmıştır. Bunun için daha önceki aşamalarda ortaya çıkan değişkenleri kapsayacak şekilde oluşturulan Sürdürülebilir İKY yapısı ve öncülleri temelinde özgün bir soru formu kullanılmıştır. Bu aşamanın anakütlesini 2014 - 2018 yılları arasında BİST Sürdürülebilirlik Endeksinde yer alan 48 firmanın tüm çalışanları oluşturmaktadır. Daha geniş kitleye ulaşabilmek için online veri toplama yolu tercih edilmiştir. Nihai olarak, 36 farklı firmadan (toplam firmaların %75'i), toplam 414 kişiden gelen yanıtlar örneklem olarak incelemeye dahil edilmiştir. Yapılan analizler sonucunda, raporlarda oluşturulan üç boyutlu (ekonomik, çevresel, sosyal) Sürdürülebilir İKY yapısının uygulamada daha ayrıntılı boyutlara ayrıldığı anlaşılmıştır. Çevresel boyut, diğer Sürdürülebilir İKY boyutlarından değişkenler alarak kavramsal anlamda genişlik kazanmıştır. Buna göre, ekonomik boyuttan "kurum dışına yönelik sosyal sorumluluk harcamaları" ve sosyal boyuttan "toplumsal ilişkiler" değişkenleri çevresel boyutla birleşmişlerdir. Bu durumda çevre ifadesi hem doğal çevreyi hem de toplumsal ögeleri içinde barındıran bir gösterge olarak anlam kazanmıştır. Sonuç olarak, Türkiye bağlamında Sürdürülebilir İKY faaliyetleri 5 boyut altında toplanmıştır: Sunulan ekonomik imkânlar, çalışma koşulları ve insani düzenlemeler, toplumsal duyarlılık ve ekolojik yönelim, sürdürülebilir istihdam ve çalışanların geliştirilmesi. Söylemin saptanmasına yönelik safhalarda (araştırmanın birinci ve ikinci aşaması) elde ettiğimiz bilgi/bulgular ile eylemin saptanmasına yönelik safhada (araştırmanın üçüncü aşaması) elde edilen bilgi/bulguları kıyaslayarak söylem ve eylem arasında fark olup olmadığını anlamaya çalıştık. Söylem boyutu nitel, eylem boyutu nicel araştırma ile incelendiğinden, bulguları istatistiksel yöntemlerle kıyaslama şansımız elbette ki bulunmamaktadır. Bu nedenle, bulguları yorumlayarak kıyaslama yapmaya çalıştık. Söylem ve eylem aşamalarında elde edilen bulguların kıyaslanması sürecinde ortaya çıkan en önemli durumlar şöyle özetlenebilir: Genel olarak değerlendirildiğinde, sürdürülebilir istihdam ve ekonomik imkânlar hariç, diğer boyutların (çalışma koşulları ve insani düzenlemeler, toplumsal duyarlılık ve ekolojik yönelim, çalışanların geliştirilmesi) beyan edilenden (söylemden) daha düşük algılandığı görülmektedir. En yüksek farkın ise, çalışanların geliştirilmesi boyutunda olduğu görülmüştür. Söylem düzeyindeki önemli tespitlerden biri, ikinci aşamada yapılan görüşmelere göre, Türkiye bağlamında, firmaların sürdürülebilirliği gündeme almasında etkili unsurların "üst yönetim, dış paydaşlar, yönetim kurulu üyeleri ve İKY uzmanları" olmasıdır. Sürdürülebilir İKY'nin gerçekleştirilmesinde ise temel sorumluluğun üst yönetime ait olduğu söylemi hâkimdir. Öne çıkan görevler ise, sürdürülebilirliği genel örgüt stratejilerine dahil etme, sürdürülebilirlik faaliyetlerine destek olma, liderlik etme ve sahip çıkma olarak belirtilmektedir. Buradan yola çıkarak, yöneticilerin Sürdürülebilir İKY'nin yürütücüsü olduğu ifade edilebilir. Ancak, eylemin belirlenmeye çalışıldığı araştırma sonuçları incelendiğinde, yöneticilerin sahip oldukları sürdürülebilirlik duyarlılığının firmaların Sürdürülebilir İKY uygulamalarını benimsemesinde etkili olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu durum, yöneticilerin, sürdürülebilirliği, duyarlılıktan ziyade, rasyonel amaçlar nedeniyle firmalara entegre etme amacında olduğunu göstermektedir. Genel olarak değerlendirildiğinde, ABD ve Asya ülkelerindekine benzer şekilde (bkz. Taylor ve Lewis, 2014; Debroux, 2014), ekonomik kaygılar ve vadettikleri uygulamalar arasında sıkışan örgütlerin, genellikle klasik örgüt anlayışıyla hareket ederek odak noktasına ekonomik kaygıları aldıkları anlaşılmaktadır. Bu nedenle, sosyal olgulara yönelik birçok araştırmada vurgulandığı gibi (örnek: Kuşat, 2013; Vatansever, Kılıç ve Dinler, 2019; Küskü, Aracı ve Özbilgin, 2020), sürdürülebilirlik kaygısını örgütlerin gündeminde tutabilmek için, ülkemizde, sadece piyasa koşullarının yönlendirmesini beklemek yerine, yasal düzenlemeler yapılarak firmaların sürdürülebilirliğe teşvik edilmesi/itilmesi doğru olacaktır. Bu çalışma, akademik katkıları yanında, örgütler ve örgütlerdeki yöneticiler için de bazı faydalar sunmaktadır. Dönemsel sürdürülebilirlik raporları hazırlanırken, firmaların İKY ve sürdürülebilirlik yöneticileri, çalışmada yer alan rehberlerden yararlanarak, hangi İKY konularına dikkat etmeleri gerektiğine dair fikir edinebilir, dikkatlerini bu uygulamalara yönlendirebilirler. Benzer şekilde, tespit edilen Sürdürülebilir İKY uygulamaları, Sürdürülebilirlik endeksinde olmayan ancak BİST'te işlem gören firmalarda ya da KOBİ'lerde, örnek Sürdürülebilir İKY uygulamaları olarak kullanılabilir. Bu çalışma ile İnsan Kaynakları Yönetimi faaliyetlerinin "sürdürülebilirlik" odaklı gerçekleştirilmesinin önündeki en büyük engeller / eksiklikler / sıkıntılar ve bunların çözümüne yönelik öneriler sıralanmıştır. Bu bilgiler, İKY ve sürdürülebilirlik yöneticileri için önemli bir yol gösterici olabilir. Son olarak şunu da mutlaka belirtmeliyiz. Bu çalışmanın sonuçları BİST sürdürülebilirlik endeksine (ya da benzeri uluslararası endekslere) dâhil firmalar açısından genellenebilir olup, bu endekste olmayan firmalar için genellemeler yapmak hatalı olabilir. Çünkü Türkiye ekonomisinde önemli bir yere sahip olan KOBİ'lerin örgütsel amaçları, hassasiyetleri, zorunlulukları, iç ve dış paydaşlarının oynadıkları roller farklılık gösterebilir.
-
ÖgeThe impact of aggregate ratings and individual reviews on consumer decision-making: A construal level theory perspective(Graduate School, 2023-06-07) Çeşmeci, Caner ; Burnaz, Şebnem ; 403172011 ; ManagementIn certain cases, despite a product's high overall rating, a single negative review has the potential to undermine and alter a consumer's otherwise favorable decision. Conversely, a single positive review can prompt consumers to adopt a positive attitude towards a product or service, even if the product has a low aggregate rating. This phenomenon illustrates a type of cognitive bias known as base-rate neglect, in which consumers in an online review setting may disregard average product ratings in favor of individual reviews. When faced with conflicting cues, consumers attempt to infer which cue types are more diagnostic for their decisions. To this end, the present thesis examines how consumers use aggregate review metrics (ARM) (e.g., average product ratings) and individual reviews (IR) (e.g., a single review text) to estimate the risk likelihood of and make an evaluation of a product. Drawing on construal level theory (CLT) as a theoretical foundation, the study posits that psychologically distant objects are represented as abstract categories, while psychologically close objects are represented as concrete and contextual. In this framework, conceptualizing eWOM as a communication model in light of numerous contextual factors, the thesis addresses cue types as part of a broader inquiry into the influence of base-rate information (abstract, aggregated, and category-level characteristics within a population) and case information (concrete, individuating, and case-specific instances) on risk assessment and product evaluation. By unpacking base-rate neglect in the eWOM context, this study aims to highlight mental construal as a novel moderator that determines the prominence of specific cues under certain conditions. Additionally, it identifies consumers' risk estimation as an underlying mechanism in the pathway of behavioral outcomes and also a crucial boundary condition, demonstrating that nudging base-rate cues by providing a simple reminder of the base-rate fallacy can significantly eliminate this bias in consumer decision-making. This thesis consists of eight studies, including six experiments, a survey, and a qualitative study, all of which utilize various stimuli, measures of evaluation (such as persuasion, self-report intention to adopt cue types, willingness to pay, real choice, and behavioral intention), and methods (including a survey, in-depth interviews, lab, and online experiments), as well as diverse sample populations (such as students and frequent online shoppers with different demographic characteristics), and cultural context (with the participation of individuals from the US and Turkey). Throughout the thesis, all experimental studies are designed with the presence of conflicting cues (individual favored cue [AFC] vs. aggregate favored cue [IFC]).